4 Ağustos 2008 Pazartesi

Sen Yokken Biraz Daha Ölüyorum Ben


Sen yokken biraz daha ölüyorum ben

Gönlüm sonbahar, yaprak yaprak dökülüyor

Her mevsim kış, hergünüm gece

Sonu yok yolların, yarını yok saatlerin

Ve ben biraz daha ölüyorum sensizliğin ortasında


Kokusu yok çiçeklerin, gök kuşağının rengi yok

Ateşi yok sevmelerin, sigaramın dumanı yok

Gözlerin her yerde, ne yana baksam gözlerin

Ve ben biraz daha ölüyorum gözlerinin ortasında


Alevi yok yangınların, suyu olmadığı gibi yağmurun

Denizin mavisi yok, tıpkı gözlerin gibi

Gözlerin her yerde, ne yana baksam gözlerin

Ve ben biraz daha ölüyorum sensizliğin ortasında


Dostu yok gecelerin, geceler çok uzun

Geceler bir ömür, ömür dediğin bir tutam ümit

Ümidi yok yarınların,

Tıpkı senin yokluğun gibi

Ve ben biraz daha sana hasret

Hasret bir ip boğazıma düğümlenmiş

Düğümler her tarafımda, bütün yollar kör düğüm

Ve ben biraz daha ölüyorum sensizliğin ortasında


Yalnızlığını ben yazarım şiirlerin, ayrılığını ben

Karamsarlıkları hep senden Hayalinle süslenen bu şehir

Ve ben ölüyorum bu şehirde sensizlik ortasında


MaviKalem

Adem Canpolat

12 Nisan 2008 Cumartesi

SUSSAM YANLIZLIK, KONUŞSAM AYRILIK

Yıkılmış ve geç kalınmış viraneleriz.
Şimdi ne senin gözlerinde haranın suya hasret yangınları var
Ne de benim gözlerimde şiir…
Yaz dedin, oysa kışlar yaşıyorum her mevsim
Açmak üzereyken papatyalar yeni karlar yağıyor üzerine
Üşüyorum…

Evet hala üşüyor ellerim..
Hüzün kapımızı çalalı beri bin günü aştı
Bin ömür, bin soluk, bin yıkılış yaşadım
Ömrünün arka sayfalarında altı çizilmiş satırlarımı okumaya başladım
Sığınışlarını, susuşlarını ve haykırışlarını işittim maviadadan
Korunaklı bir liman olamadım sana
Ve arkama bakmadan giderken

Haykırışlarını duymamak için kapattım yüreğimin kulaklarını
Şimdi, bin ömür geçmiş ömrümden
Ben bir rüyadan uyanmak istercesine çırpınıyorum
Hani zaman ilacı olurdu her şeyin?
Hani zamana bırakmalıydık?
Atalar yine yanıldı…

Bir günün sonunda binlerce tükenişle ölürken ben
Zaman zehrini içerken yudum yudum
Artık bitsin istiyorum ataların ilaç dedikleri yoksuzluğun..
Bitsin… Bitmezlerin bilincinde diyorum diye
Yıkılmış ve geç kalınmış viraneleriz.
Şimdi ne senin gözlerinde haranın suya hasret yangınları var
Ne de benim gözlerimde şiir… Ş
imdi kendini yok edişlerini dinliyorum
Susuyorum…

Susuşlarımın öznesi sen oluyorsun hep
Şehrine gidiyorum…
Yokluğun açıyor kapıları
Yıkılan şehirlerarası bir otobüs terminalinde ayak izlerimiz duruyor
Hala haklısın Kokun sinmiş soğuk duvarlarına şehrin
Herkesin gözünde seni arıyorum Yoksun…

Yokluğunu salıp gitmişsin
Gidişle bırakıldığın bu kentte…
Susuşlarına bile yandığım soğuk dağlarımın eşkıyası
Bağışlama dilemiyorum, gel demiyorum, sev demiyorum
Haykırışların yankılanıp boşlukta kaybolmadı bilesin
Sığındığın maviadada yaktığın ateşi görüp
Yanaştırabilirsem gemilerimi
Tutacağım ellerinden…

Şimdi yanıyorum, kanıyorum
Ve yıkılışların altında tekrar eziliyor bedenim
Geç kalınmış bir soluk mu bir günün sonunda
Yoksa çaresizliklerimin son çırpınışları mı bilmiyorum
Kayıp adresten yazıyorum son kez
Sussam yalnızlık, konuşsam ayrılık dönsem yıkılış,
Dönmesem yokoluş...
şimdi ben susuyorum,
Yalnızlığa talip...
Sende sus bana sus ki, bir daha ölmeyeyim…

KAHRAMAN TAZEOĞLU

SERENAD


Yeşil pencerenden bir gül at bana
Işıklarla dolsun kalbimin içi.
Geldim işte mevsim gibi kapına,
Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ.

Açılan bir gülsün sen yaprak yaprak
Ben aşkımla bahar getirdim sana.
Tozlu yollardan geçtiğim
Uzak iklimden şarkılar getirdim sana.

Şeffaf damlalarla titreyen ağır
Goncanın altında bükülmüş her sak;
Senin için dallardan süzülen ıtır,
Senin için yasemin, karanfil, zambak...

Bir kuş sesi gelir dudaklarından
Gözlerin gönlümde açar nergisler,
Düşen bin öpüştür yanaklarından
Mor akasyalarla ürperen seher.

Pencerenden bir gül attığın zaman
Işıklarla dolacak kalbimin içi..
Geçiyorum mevsim gibi kapından,
Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ.



Ahmet Muhip Dıranas

9 Nisan 2008 Çarşamba

aslında bir ben sevdim seni...!!

ÖLÜMÜ HATIRLATAN KADIN...!


Kayalıklarda gördüm seni, bir sisli günde,

Fırtınadan saçların çözülmüş bir demetti.

O kayalıklarda ki bir yıl evvel üstünde

Çöllerden aşık dönen bir genç intihar etti...


Seni her nerde, artık, her ne suretle görsem

Bir gölgenin duyarım ruhuma düştüğünü.

Ben de o aşık gibi bir kayada ölürsem

Rabb´im mukaddes etsin seni gördüğüm günü!


Kayalıklarda bir genç öldüğü gün beldenin

Halkı seni karanlık rüyalarında görmüş,

Ey yadı gönlümüzden çıkmayan afet senin

Sevmediklerin değil, sevdiklerin ölürmüş.



Bazı ruhum kararır kefenlerden, mezardan;

Yok mu,Rabb´im, ölümün bir güzel şekli, derdim.

O kayalıklarda ilk seni gördüğüm zaman

Hayalimde ölüme en güzel şekli verdim.


Başka bir göz yaşını dudaklarınla silsen

Ürpererek: Bu, derim, mezardan bir nefestir!

Buna kıskançlık deme, bence değil yalnız sen,

Seni gören göz bile ne kadar mukaddestir!


Kimse karşında belki titremez gönlüm gibi,

Bense hala korkarım dizinde ağlamaktan.

Teması korku veren tatlı bir ölüm gibi

Daha cana yakındır görünüşün uzaktan...

Faruk Nafiz Çamlıbel

Uzun Yağmurlardan Sonra...!!




Sen yağmurlu günlere yakışırsın

Yollar çeker uzak dağlar çeker uzak evler

Islanan yapraklar gibi yüzün ışır

Işırsa beni unutma


Alır yürür sıcak mavisi gökyüzünün

Kuşlar döner uzun yağmurlardan sonra bir gün

Bir yer sızlar yanar içinde büsbütün

Her şeye rağmen ellerin üşür

Üşürse beni unutma


Yeni dostlar yeni rüzgarlar gelir geçer

Yosun muydum kaya mıydım nasıl unuturlar

Kahredersin başın önüne düşer

Düşerse beni unutma

Gülten Akın

15 Ekim 2007 Pazartesi

İdris Özyol: Ben Bu Aşkın Militanıyım


Sizi ateşe doğru koşmaya davet ediyorum bayan. Üstünden sürüldüğümüz toprakları ve saraylara rehin bıraktığımız kalplerimizi geri almalıyız.

Geri almalıyız kulağımıza fısıldanan isimleri ve unutmamız için çırpındıkları zihinlerimizi, yoksul evlerde öğrendiğimiz alfabeyi, ceketlerimizin sökük uçlarını, kapılardan önümüzü iliklemeden girme cesaretini, umarsız tarihi, sarhoşluk bilgisini ve kötü vatandaş olma hakkını geri almalıyız. Sözümü?, üstüne söz söyletme kimseye bayan.Silelim gözlerimizden işgalcilerin çığlıklarını ve yalanlarını onların kopartıp atalım kulaklarımızdan

Bütün yeryüzü ülkemizdir bizim ve kurtuluş bir zerdali gibi duruyor dünyanın bütün ağaçlarında. Dünyanın bütün ağaçları aşkımızın özgür topraklarını bekliyor. İnsana, halka, toprağa, havaya ve suya olan büyük aşkımızın topraklarım bekliyor hayat. Ve durmak yok birbirimizin cesaretine doğru sürdüğümüz atlara. Cesaret, ne bol sıfırlı bir çek, ne de üçyiiz kilometre hızla sürülen son model arabadır.

Cesaret, senin ellerinden benim ellerime taşınan ısı ve benim gözlerimden sana doğru uçan narin bir kelebektir. Kırılgan ve şeffaf olduğu için gereklidir cesaret ve cesur adımlarımızla şekillenir aşkımız.

Sizi kavgamın kenar mahallesine davet ediyorum bayan ve kavganızın kanatlarına kanatlarımı eklemek istiyorum. Uçmak özgürlük sevdalılarının işidir, özgürlük sevdalılarının işidir yüksek duvarların ardındaki bahçelerden meyve çalmak ve padişah çocuklarını ayartıp, onlan kavganın demir bir yumruğuna çevirmek bizim işimizdir.

Beş parmağın beşi de birdir birbirimize uzattığımız elde ve tut kalbimi sıkmaktan dolayı terlemiş ellerimi, tut ve onlara dünyayı tanıt. Bütün topraklan, bütün ağaçlan, bütün çiçekleri, bütün hayvanları, bütün köyleri, bütün ışıkları, bütün sesleri tek tek.tanıt ellerime. Ben aşkınızın militanıyım bayan. Çekip fünyesini kalbimin aramızdaki engellere doğru koşuyorum. Birazdan büyük bir patlamayla aydınlanacak gece ve o bir saniyelik aşk en uzun hayatlardan daha uzun kalacak yeryüzünde. Bana kutsallarım için Ölmeyi öğretiniz ve ben hiç sönmeyen bir ateşe avuçlarımızı uzatmanın güzelliğini haykıra-yım size. Bütün güzellikleri haykırayım ve sesim bir sarhoşun hiç ayılmak istemeyen gözleriyle tarif edilsin. Fakat hiç kimsenin tarif etmesine izin vermeyelim içimizdeki yanardağı.
Sizi aynı elmayı ısırmaya davet ediyorum bayan. Halkımızın bakışlarıyla kızaran o elmaya kalbimizin atışlarını da ekleyip dünyanın uçlarına doğru atmalıyız. Lübnanlı bir savaşçı avuçlarında sıkıp başka bir toprağa fırlatmah özgürlüğün meyvesini. Etiyopyalı bir bebek bulmalı onu. Bütün bebeklerde çoğalmalı bizim aşkımız. Karanlık hedeflere doğru sıkılan silahların sesini tercih etmelisin "seni seviyorum" cümlesinin yerine. Ve beni hatırlamak istersen bir Çeçen çocuğun gözlerine bakmalısın. Ben ve bütün kardeşlerim, bu 6 milyar kara çocuk, aynı hızla bakarız sevdiklerimizin gözüne. Hızıma hızınızı da katın bayan. Gölgesiz bir hayata inandık birlikte. İnandık birlikte ekmeğin ekmek, ateşin ateş, ölümün ölüm olduğuna. Ve Özgür bir ölüm fikriyle alevlendi hayat. Yeşeren herşeyi tutsak halkların koynunda sakladık ve bir devrimci annesinin cesaretiyle koruduk kalplerimizi. Koruduk kalplerimizi işgal ordularından ve devasa bir bayrak gibi dalgalandı çocuklarımız. Bana çocuklarımızı anla! ve hiç susma yüzlerini yüzüme ezberletirken.

Sizi Beyaz Saray'ı yakmaya davet ediyorum bayan. Biz bir çift gövde olarak dünyanın her yerinden aynı anda yürüyebiliriz. Aynı anda aynı cümlelerin şiddetiyle sarsılabiliriz silahlarımızı temizlerken. Bilin ki silahlarınızı sevdim sizin ve tetikte bekleyen gözlerinizi. Siz uyurken başınızda nöbet tutmak istiyorum bayan. Karanlık pusulardan korumak istiyorum düşlerizi. Biz bir doğumun iki ucuyuz ve bir karanfil gibi büyüttük yüreğimizi. Bir karanfil hayata sevdalı. Bir karanfil özgür şarkılar için. Şarkılarınızda bana da yer açın ve daha da genişlesin avuçlarımdaki harita. Serip o haritayı yemek yediğimiz masaya savaş planlan yapalım birlikte. Aşk bir savaştır ve iki kişilik bir ordu bile yeter zafer kazanmaya. Beni zaferinize kabul edin bayan. Yaralarınıza yakın tutun beni ve bir kör kurşunu birlikte ısıralım.


Aynı kurşunu bölüşmektir benim aşkım. Cephaneni bitince sizin kurşunlarınızla doldurayım tüfeğimi. Siz tüfeğinizi bir şehri yakmanın çılgınlığıyla doldurun. Koşalım bizden önce koşanların peşi sıra. Aşk bize yoldaş.

5 Ekim 2007 Cuma

YENİ KEREM..!



Gerçek mi yalan mı duyduğum haber,
Baharda dediler köye dönmüşün,
Kucakta çıkmıştın yola bir seher,
Bir akşam sılaya yaya dönmüşün.


Bembeyaz teninde tirerdi yer yer,
Daha dün anandan emdiğin sütler,
Gelişmiş görünce seni bu sefer,
Dedim ki bir içim suya dönmüşün.


Zambağın toziyle çizilmiş kaşın,
Sevinci şakıyor sende her kuşun
Dersini ceylandan almış bakışın,
Kısrakla boy ölçen taya dönmüşün.

Açılsan hasretin denizlerine,
Varmaz sevdiğim su dizlerine,
Dökülmüş saçların omuzlarına,
Bulutla örtülen aya dönmüşün.


Kırılıp dökülen çağdasın nazdan,
Aşkı öğrenmene yıl var en azdan,
Bana varmak için verdiğin sözden,
Ben de anlamadım niye dönmüşün.

FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL

1 Ekim 2007 Pazartesi

KARA YILAN...!!!


Güneşin yeni doğduğunu sana haber veriyorum
Yağmurun hafifliğini toprağın ağırlığını
Ve bütün varlığımla kara yılan seni çağırıyorum
Seni çağırıyorum parmaklarımdan süt içmeğe
Pamuğun ağırlığını yapan dağın hafifliğini
Sana haber veriyorum yeni doğduğunu güneşin

Ben güneyli çocuk arkadaşım ben güneyli çocuk
Günahlarım kadar ömrüm vardır
Ağarmayan saçımı güneşe tutuyorum
Saçlarımı acının elınde unutuyorum
Parmaklarımdan süt içmeğe çağırıyorum seni
Ben güneyli çocuk arkadaşım ben güneyli çocuk

Ben çiçek gibi taşımıyorum göğsümde aşkı
Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum
Gelmiş dayanmışım demir kapısına sevdanın
Ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum
Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum

Seni süt içmeğe çağırıyorum parmaklarımdan
Kara yılan kara yılan kara yılan kara yılan
SEZAİ KARAKOÇ

25 Eylül 2007 Salı

ZAMANSIZ AŞKIM...!!!


Sen gelmeden önce diye başlayan binlerce cümle geçiyor aklımdan...

Sen gelmeden önce ben daha bir bendim.

Sen gelmeden kurallarım, yasaklarım vardı.

En güçlüsüydüm hayatımın.

Bir monitöre saatlerce boş boş bakamazdım mesela.

Şarkılarım vardı sensiz söylediğim, sesim sadece benimdi.

Daha bir umutluydum ya da daha bir boştu herşey.

Çözemedim.


Sonra sen geldin, ne oldum, neyim oldun çözemedim.

Ben çözmeye çalıştıkça sen daha çok geldin.

Ne sana sığınabildim ne kendime sığabildim.

Tek başıma taşırken bütün yüklemleri, öznelerimi kaybetmişim sen gelince anladım,

Bütün roller benimdi, hayata oynuyordum, sınırım, çekincem yoktu...

Ezberlemiştim ben aşkı senden önce...

Sen geldin ezberlerim karıştı...

Repliklerimi unuttum, susuyorum, doğaçlama da yapamıyorum artık.

Tek kişilik dev bir oyununun son perdesi, söz bitti...

Yaralarım kanıyor, her kanayan yerden bağıra bağıra umut doğuruyorum.

Daha çok acıyor yaralar umut doğarken.

Olsun diyorum umudum var artık...

Varsın acısın...

Aklından geçenleri sorguluyorum kendime...

Hak vermek istiyorum çünkü hayatıma rağmen

bana dönüşüne ve hak vermek istiyorum vazgeçemediklerine....

Belki de seni temize çıkarıyorum ruhumda, adın aşk olsun diye...

Yine de

Hoşçakal Zamansız Aşkım.


Alıntı...

16 Eylül 2007 Pazar

YOKLUK



Aşk kaçmış gözlerine,
Yaşanmamış yılların sana ağlıyor…
Zaman parçalanırken ellerinde ölü kelebekler yastığın oluyor…
bağırmak isteyeceksin, bağıramayacaksın…
Ağlamak isteyeceksin, ağlayamayacaksın…
İşte o zaman daha iyi anlayacaksın,
bu hayatın kurallarına göre yaşandığında iyi başlayıp kötü bitmeyen hiçbir şey olamayacağını…
İşte o zaman anlayacaksın, mutluluğun hiç olmadığı yerlerde aramanın içini nasıl daha da acıttığını…
tenini değil kalbini sevdim, yüzünü sevdim, yanılgılarını sevdim.
Ama hepsinden çok, ben seninle konuşmayı sevdim…
Öyle çok hasrettim ki konuşmaya, onca düş kırıklığından, onca dilsizlikten sonra seni buldum.
Seni ilk ve son sandım…
nerede bir imkansızlık varsa onu özlemek yazılmıştı alnıma…
en az kendim kadar onun için de acı çektiğimi hissediyorum.
Peki onun için de acı çektiğimi neden bilmesini istemiyorum?
Bu bencilliğim mi benim, yoksa hiçbir işe yaramayan inceliğim mi, bilemiyorum.
Ne yaşarsan yaşa, içinde o yaralı kalbin olmuyorsa, kendini yaşamamış sayarsın.
Bir an kalbin çok acır.bundan böyle hayatındaki her şeyin aynı olacağını düşünürsün.
Kaçtığın ve geri döndüğün yollarda düşlerini bıraka bıraka yaşayacağını…
Çünkü nereye gidersen git, elbet bir gün dönersin.
Gittiğin yerde seni kimse tanımaz;
döndüğün yerde de ya eksik sevilmişindir ya da yanlış…
Bırak biraz daha uyusun içindeki yabancı…
beni bu sevdanın ortasında,
deli yağmurların altında bir başıma bırakıp gittiğin zamanlar seni hiç durdurmadım…
Yoluna çıkıp hiç,”gitme”, demedim sana…
”Beni bırakma”, diye yalvarmadım…
Her gidişinin ardından sessizliğe gömülüp,
seni sonsuza kadar kaybettiğimi düşündüm hep…
Bir gün geri gelebileceğine hiç inanamadım…
Bu yüzden mucizeydi her dönüşün ve bu yüzden her defasında sana daha sıkı sarıldım…
Şimdi yanımdasın…
Ama biliyorum, gideceksin yine…
Rüzgar adını çağırıyor…
Bu şehrin üzerini yine kara bulutlar sarıyor…
Biliyorum, yine deli yağmurlar yağacak üzerime…
Yine gizlenecek martılar saçakların altına…
Yıldızlar kaybolacak…
Biliyorum gideceksin ve ben yine kaybedeceğim yolumu…
Gözyaşlarımı silmeyecek o sevgi dolu, kutsal yüreğin…
Biliyorum, gideceksin…
Ama bu kez sana sevdalı güvercinin sevdalı yaralı yüreği bu gidişi kaldıramayacak…
Artık gitme sevgilim….
Üzerime soğuk topraklar örtülse de.
Benden umut kesilse de, yine de beni ziyaret etmeni,
bir kez olsun ayağıma gelmeni,
toprağıma o sıcacık ellerinle dokunmanı istiyorum.
Ben bunun için öldüm biliyor musun;
toprağıma o güzel.o eşsiz ellerinle dokunman için…
Biliyor musun, aşk sonsuz bir saçmalayıştır sevgili…
Bunu senin varlığın öğretti bana…
Aşk inadına saçmalayıştır.bunu senin yokluğun öğretti bana…
Kanayan sesim ıssızlıkta yankılanıyor.
Bencillik mi, umutsuzluk mu bilmiyorum,
ama aşk acısıyla yankılanan her ses bana seni hatırlatıyor…
Aşk soyludur, gizemlidir, sessiz ve derinden yaşanır;
ama bazen acısı öylesine zorlar ki insanı, bunu olsun birine anlatmak ister…
Ama bulamaz….
Yoktur…
Herkes gelecek olan sabaha hazırlanmak için bu dünyayı kabullenmiştir…

15 Eylül 2007 Cumartesi

AĞIT VE RAKS



Ben oyumu felakete veriyorum şeyda

sana dönük yanımda çengiler mat oluyor

saadet-zedelerin morga çevirdiği bir dünyada

bana alevden kostümlerle dans etmek düşüyor

ve şeyda ben oyumu felakete veriyorum


Yolum uzadıkça kabaran direncimi

her düştüğüm yeri öperek bileyliyorum

kolay gele demek de nerden çıktı şeydam

gürbüz doğumlarda bir nice ananın harcandığını

imbatla gelenin kabayelle gittiğini biliyorum

senin aldanmak dediğin bana merhem oluyor


gördüm kışı zorlu geçmeyen yılın baharını da

saksıya dikme gülleri ilk güneşle soluyor i

şte bu kısrak yokuşta çatladı demen için şeyda

dünyanın tüm düzlüklerine kin besliyorum.


Geç bi yol, nazlı güleryüzlü şiirler yazamam

ben esenlik şölenleri bitti

vakt-i cerağanda vakt-i kahırda

hüzün fasılları demidir bu dem gör ki

raksederek ağlamak da varmış hesapta ama

ne Raks'ı ne Ağıt'ı ben Endülüs'ü evetliyorum


Artık bol kahkahalı çok şükürleri bıraktım

esenlik bildirilerini harcıalem mutlulukları

denizi uslu gösteren kartpostalları yaktım

fakat şeydam bir avuç külü yakamadığım için

ben oyumu felakete veriyorum.


Mustafa İslamoğlu

7 Eylül 2007 Cuma

harita

Yusuf'un Gömleğindeki Kan Lekesi

-I-

Gece gibi iniyor gözlerime yalnızlık. Yağmur seslerinin buğusuna emanet edilmiş çocukluk şarkıları kadar uzak ve mağrurum. Önce şehre ağlıyorum sonra sana. Yusuf'un gömleği kadar hanif, Züleyha'nın gözleri kadar naif bir kent kuruyorum sana. Ey kan kızılı gözlerinde aşk manzumeleri nesreden sevgili. Tıpkı Yusuf'un hikayesindeki gibi; senin güzelliğini gören her şehir, letâfetinden sarhoş olup kendi bıçaklarıyla kendi parmaklarını doğrasın istiyorum.

Ki bir şehir gözlerinin güneşini içip güne başlıyorsa ve hala kendini yakmıyorsa, o şehirden intikam almanın vakti gelmiştir. Gözlerin ki; yaralı ceylanların susuzluğunu giderdiği sonsuzluk ırmağı. Bedevilerin çölsü yalnızlıklarına bir avuç serap. Gözlerin cennet diyarına ulaştıran köprüdeki zebercet taşlarının üstündeki parıltı. Herşeye olsa bile gözlerine ihanet etmemeli şehir. Gözlerin açılınca kıyamet kapanınca cennet. Cennete giden herkesin gömüldüğü bir güzellik kabri gözlerin.

Ey alnının halesinde mekki yalnızlıkları saklayan hüzün mevsimi. Ey ismini gül yaprağının suya dokunuşundan alan mesrûr sevgili.

Bir karanfil ölüyor avuçlarımda belli belirsiz. Şehirsiz çocukluğumun sığırtmaç eteklerine yuvarladığım senli günlerimle gidiyorum şehrinden. Bir şadırvanın ucuna bağladığım yüreğime kimsesiz çocuklar su serpiyor.

Önce şehre ağlıyorum sonra sana.
Ve Yusuf'ça bir vakarla.
Seni kalbimin zindanından âzâd ediyorum.


-II-

Sana kullanılmamış kelimelerle yepyeni bir cümle getireyim istedim Züleyha. Düşlerin, gerçeğin prizmasına yansıyan izdüşümüyle, "aşk" çizmeliydi kalbinin tualine ellerim. Ama ellerimi açık artırmaya sunulmuş bir gökyüzüne değdireli beri ziyankar bir yağmurun hamiliyim.

Sükutumun baş harfini sana bağışladıysam, naralarımın andacı sen olasın diyedir bu.

Adım Yusuf
Andım Yusuf
Acım Yusuf
Harcım Yusuf

Geceye adını mıhlarken sensizlikten lâl kesilmiş gözlerim. Denizlerin yakamoz değmemiş kıvrımlarına kalbimdeki kandan kalem ile şunu yazacağım.

Hiçbir harfi sensiz bir cümleye kurban etmeyeceğim.

-III-

Ellerinin geceyi ürküten siyahlığı olmasaydı belki inanırdım zindanda olmadığıma. O zaman aşka meyyal yanlarımı savaşa sürmezdim. Ne bahşettiyse sana Rahman,
efdal gözlerine musaddık olan rüyalarında, hepsini hayra yorardım. Ama aşk, gömleğimin yakasına bulaşan kir oldu sadece. Bu yüzden Züleyha, aşksızlığa muttasıl eyledim kulbe-i ahzan'ımı.

Mintanım hüzünle örülüdür gelme peşimden. Ben kendi kardeşlerince ihanete uğrayan bir yürek taşıyorum içimin dehlizlerinde. Kan revan uykularıma rüyalarını maksud kılma Züleyha. Yakub'un gözleri kadardır kalbimin körlüğü. Bünyamin kadar acemisiyim aşkın ve andın.

Bana rüzgarlardan bahset Züleyha. Saçlarının çölsü yalımlarında alevlenen ateşten rüzgarlardan. Ki silinsin gömleğimdeki kirli gölgen.

Çünkü Züleyha.

Aşk, günahın karaladığını tövbeyle aklamaktır!




Yazarı: İbrahim Saki

1 Temmuz 2007 Pazar

Her Aşk Katilidir Bir Öncekinin

Rüzgarlı bir tepenin yamacındayım şimdi

kent suskun ve istasyonlar ayrılık için var bu şehirde

imlası bozuk, üşümüş ve kirli bir çocuk olurum seni düşünürken

ömrüme iliştirdiğim martı leşleri

yamalı bir geçmişi oynar

imtihanlar ve intiharlar üzerine kurulu hayatlardan

gecenin en serseri yanını alırım günceme


durup durup şiirler yazmak yoluna

yeni bir yaşam biçimim oldu son günlerde

kendimi sende kalabalık buluşum belki de bundan

her gece yorganımın altında

sakladığım kırlangıç sürüleriyle geliyorum sana

sen uykudayken babam her gece ölüyor şimdilerde

annem nihavent bir çığlık oluyor

bana en çok sensizlik koyuyor

sonra babilin asma bahçelerine asıyorum kendimi

uyanmak için


eski bir aşkını anlatıyorken bana

konuştuklarından yapılma bir sessizlik oluyor ağzım

kaç kez kanıyorum bir bilsen (ya da hiç bilmesen)

sesinin ardında yüzün sessiz bir tabanca gibi duruyor

kendimi kötü kurulmuş bir cümle sanıyorum

gece yüklü bir kamyon uykularımı solluyor


yastığının altında yalnızlığın var biliyorum

oysa ben senden bir bardak su istedim

akdeniz değil son yalnızı benimdir bu kentin

istanbul arkamdan gelir

ey hüznü yüzünde gülücük diye taşıyan kız

hep kendine mi saklarsın çocukluğunu


ağzıma bir bulut bulaşsa da

yokluğundan yapılmış kayadan seken kurşun

en serseri yanımız olur kimi zaman

ve ben hep kendimi terk ederim senden

her katilin aşkı

her aşkın katili

bir öncekinin faili

hep ben olurum

hep ben ölürüm


içime uzanan koridorların ortasından

hep gülerdin beni görünce

bense sana hep geç kalırdım

sona kalırdım

sonra kanardım yağmurlarla

inseydin içime içim senden yanaydı

yüzümdeki işgaller senden karaydı

seni sevmek en gizli ağlama biçimimdi

sana yazacaklarım sil sil bitmezdi

ve ben sende hiçbir şeydim

sen bende her şeyken


canım yastığının altında biriktirdiğin yalnızlıklarım

kendine varlaşıp bana yoklaşan biri yapar seni

ve ne kadar kaçsan o kadar yakınsındır aslında kendine

geciken sevdalar yıkık kentlere benzer bilirsin

ve sevgisizlik alır bir gün seni benden

işte bu yüzden sen hep sevil

hep sevil

sevil


KAHRAMAN TAZEOĞLU