31 Mart 2007 Cumartesi

beklemek....


Hep elelesiniz dedi içi acıyarak. Onların sevgi dolu bakışlarında boğuldu sanki. Sevdiğinin yanında olamayışına isyan ediyordu o an. Napalım dedi ben de bir elimin parmak sayısı kadar daha beklicem gelicek…. ben de tutucam elinden sımsıkı ; hiç bırakmamacasına bırakma asla dercesine.. dedi ama bunu duyan sadece yalnızlığı idi. Diyemedi yüzüne karşı hüzünlü bakışlarının sebebini. O hep beklemeye özlem çekmeye mahkumdu sanki.
Ve gün geldi o da yolcu etti sevdiğini. Ne zaman saatlerce görüşeceklerini bilmeyerek umutsuzca. O da bekleyecekti gelişini otogarda ve her seferinde yüreği sığmayacaktı içine taşacaktı heyecandan. Zaman akmıcaktı onu beklerken;
zaman su gibi akıcaktı onunlayken.Sen alışkınsın dedi özlem duymaya, beklemeye..
Hıh gel de bunu ona sor. sen hiç yolcu etmedinki.
Sen gözlerine bakardın bişey anlatırken bense sesiyle avunurdum.
O seni iş çıkışında almaya gelirdi bana ise yazın güneş kışın rüzgar eşlik ederdi.
O gün gülmüştün içinin yanacağını hiç düşünmeden.
Bilmiyordunki yokluğunun ne demek olduğunu. Sen hiç geceleri uykundan uyanıp adını sayıklamadın ki . Senin göz yaşların yastığına akmadı ki hiç.
Şimdi ise bana enkazdan ne kadar az hasar alırsam diye bakıyorsun..
Ben ise hergün enkazım benim aldığım hasar ölçülmez ki şiddeti çok büyük özlemimi....

30 Mart 2007 Cuma

İntihar Mektubu;


Hiç tak ettiği oldu mu canınıza birşeylerin?
Kendinizi şu şehirden ya da dünyadan hatta evrenden dışarı atmak istediğiniz,yapayalnız hissettiğiniz benliğinizi kimsesiz bir sokak kedisi gibi?
Ya da izbe bir parkın bankında çiseleyen bir yağmurun altında geceyi geçirmek istediniz mi?Hayatı hergün değişen ve karmaşıklaşan dertler yumağı olarak gördüğünüz,sabahlara kadar gözünüzü hiç kırpmadan efkarlı ve çaresiz bir vefasızı düşündüğünüz?
Ahh keşke diye umutsuzca iç çektiğiniz?
Sonra ağladığınız,yorulana kadar bitiverir diye...
Kahrolası aşk masalını bir kalemde silmek istediğiniz oldu mu? Her geçen gün biraz daha umudunuz kırıldı mı yarınları düşünürken bir başınıza?
Sonra bir dost aradınız mı hep sadık,güvenilir ve samimi...
Uzaklara bakıp derin derin daldınız mı mutsuz ve umutsuzca?
Uçan kuşlara imrendiniz mi ne kadar özgür,temiz ve saflar diye...
Geçmiş günler canlandığında gözünüzde,neden diye sordunuz mu hiç kendinize?
Şimdi için kaygılandınız mı? Ve gelecek içinse, satmışım anasını diyip boşverdiniz mi herşeye?
Sizi bilmem ama ben bunların hepsini yaptım,Anlayacağınız HAYATI DENEDİM..
Ama olmadı,olamadı...Gönlümdeki öksüz çiçeği büyütemedim,soldu gitti,ruhumdaki mistik melodi sustu gitti.. Açıkçası ben beceremedim galiba umarsızca yaşamayı...
Mutluluğu bir çocuğun gözlerinde aramayı bilemedim, kuşların cıvıltısındaki o dinmez coşkuyu duyamadım..
Korkarım ben hiç kimseyi ölümüne sevmedim,sevemedim.
O yüreği görmedim kendimde,kahretsin göremedim...
Önemli değil nasılsa artık bunların hiçbiri...
Biraz sonra dinecek bu feryatların hepsi,hayatını bitirecek bu şanssız,bahtsız kişi..
Yalan dünya;

SONSUZA DEK ELVEDA...

SABAHAT HASTAOĞLU




29 Mart 2007 Perşembe

PAMELA SPANCE-VEDA BUSESİ



MUHTEŞEM YORUMUYLA PAMELADAN VEDA BUSESİ Nİ DİNLEMEK İÇİN:

PAMELA SPANCE-VEDA BUSESİ

28 Mart 2007 Çarşamba

siz olmadan eksik herşey...ग्ेनिम्





27 Mart 2007 Salı

onun hikayesi...



Belki hiç yazmamam gereken şeyler bunlar
Benim ve içime oturmuş zehirimin öyküsü.
Bana, daha da kötüsü başkalarının içine akan, aktıkça kendine benzeten zehrimin...
Düşün bile naz yaptığı, geceleri hırsız perilerin şarkılarına tutunan,
kaosun tam ortasında bir yerde kimliksiz, siyah Magdalena ve çarmıhlarını sırtlarında taşıyan 21.yüzyıl İsa'larının hikayesi bu.
Benim hikayem...
Nasıl mu oldu? Sadece oldu. Doğum gibi, ölüm gibi aniden, önelenemez bir şekilde. Söylenmemesi gerekenleri söyleyene;
unutabilme, unutup hiç olmamaış gibi devam edebilme sınıfında sürekli kalanlara,
görmeyi yüreğinin işi sayanlara ne oluyorsa, nasıl oluyorsa öyle oldu,
Acı'nın matem gözlü gelinine.
Ve Acı, Tanrıça'sının sebepsiz sızısıyla beslendi, gözyaşlarıyla.
Oysa O Dulciena'sının ardından gitmiş,
acı ile, düş ile, kendisiyle bile savaşmıştı.
En sonunda kendi gerçekliklerini anlayanların yabancı doğup yabancı öleceklerin hikayesi...

25 Mart 2007 Pazar

gözlerin...


Gözlerin, yağmur gözlerin... Katil, dikenli tel, karabasan gözlerin... Ürkek, ağlamaklı ve kaçak gözlerin... Bana yasak gözlerin... Büyülü, korkunç giz dolu gözlerin... Buğulu gözlerin; düşgücüm, özgürlüğüm... Gözlerin ölümüm ve gözlerin için adam öldürürüm!!! Gözlerin olmasa her gece üşürüm... Toprak mı renk verdi gözlerine yoksa yosun mu diye sormak çok anlamsız. Çünkü toprak da yosun da hırsız...


Ben yine gözlerin diye başlayacağım... Zaten yaşamıma gözlerin diyerek başladım!!! Sevincim, üzüntüm, korkum, karabasanım, kolum, bacağım sakat; gözlerini düşlemezsem... Düşlerim için kızma bana! Çaresizim... Gözlerin ezberimde... Yıllardır varlığını bilmeden bakışını ve teninin kokusunu hissettim ve itiraf ediyorum sen bilmeden seninle seviştim... Seninle seviştim diyorum... Haklısın okuma bunları... Kaldır at, tükür üzerine, beni lanetle; ama yüreğimi ne yapacaksın? Sende o gözler durdukça; çaresiz benim olacaksın! İstemiyorsan kendi gözlerini oyacaksın! Ama... Yapma... Gözlerin; düşlerimle kardeş, düşlerim sadık, ama gözlerin; kalleş gözlerin, şiirlere yeterli gözlerin, binlerce sayfa dolusu şiir etmeli...


Umursama beni ve söylediklerimi! Ben böyleyim... Olur olmadık şeyleri düşler, olur olmadık düşlerimi işlerim kağıtlara... Ama en olmadık düşler birgün gerçek olur. Zaten düşler de gerçekleşmeleri için kurulur. Bu yüzden çok düşleyenlerden korkulur... Benden hep korkarlar... Benden değil düşlerimden... Aslında sen de kork! Hayır, korkma! Korkmamalısın... Çünkü sen benim en narin, en kırılgan, en özendiğim tarafımsın... Sen benim yaratıcılığım, can damarımsın. Nasıl keserim can damarımı? Zaten sen benim acılardan çalabildiğim tek mutluluğumsun!!! Evet, öylesin... Ama benim olmalısın... Benim ol! Yoksa kaçacağım bu kentten, kurtulacağım bu insanlardan... Sana yalvarıyorum!.. Yalvarmıyorum!.. Sen bilmezsin eksikliği, yarımlığı, karanlıkta kalmayı...


Sen bilir misin başka tenlerde tek bir teni aramayı? Sen bilir misin? Bilmezsin; boğazında değil, yüreğinde koca bir düğümle ağlamayı... Sustum... Konuşmuyorum... Sessizlik güzel, sessizlik acı dolu... Sensizliği sessizliğe fısıldasam olur mu? Kimseye duyurmadan anlatsam, benden başkası bilmese sana hissettiklerimi... Beni değil, gölgemi değil, düşlerimi sev bari... Tamam özleme beni, isteme, hissetme... Korkma ben hep yanındayım, ama ben senin değilim... Olamam zaten... Hak etmiyorum... Senin için ne yaptım ki, hayalini kurmaktan başka? Unutma ki en zorudur hayal kurmak... İnan en zorudur yokluğunda seni yaratmak, seninle olmak, dokunmak, teninin kokusunu duymak, sevişmek... Tamam... Sustum... Bak yine hayalini kurdum...


“Seni istemiyorum” dedin; sustum... “üzgünüm” dedin, sustum... “Konuşsana” dedin, sustum... Sustun... Sustum, bak yine gözlerini okudum... Sus derken beni istiyorlar, konuşma derken sensiz olamam diyorlar...


Ben senin özgürlüğünüm... Ben senin küskünlüğünüm... Yapamadıklarınım... Korkma!!! Haykır, ağla!!! Yok, ama ağlama! Senin ağlamana dayanamam ve beni sevmemeni anlayamam... Koca bir yaşamı sana adayamam... Adarım... Evet, işte sana emanet uyduruk yaşamım... İstemez misin? İstemek zorundasın ve sen beni anlamalısın, anlamak zorundasın! Bunun için varsın... Gözlerin bana bakmak için var... Affet beni hayallerim...


Sabaha kadar uzar gözlerin diye... Bitireceğim yine ve ak kanatlı bir kuşun kanat çırpışı gibi ahenkli ve gündoğumu kadar ıssız ve bir papatyadan kırılgan ve yoğun bulutlar kadar ağlamaklı ve tanrı kadar tapılası ve damardaki kandan sıcak ve bir yaz esintisi kadar huzur verici ve en sevilen anılara eşdeğer ve yıllarca mahzende bekletilmiş şarap gibi özel ve en derinlerde bulunmayı bekleyen deniz kabuklarından değerli ve bir ölü kadar sessiz ve deniz kokusu kadar eşsiz ve bir o kadar da bensiz gözlerini hayalleyeceğim ben... Senin gözlerini hayal ederken kendimi öldüreceğim...

şimdi uzaklardasın....


Düşlerim bitmek bilmiyor
Gözlerim gülmek bilmiyor
Gönlümde sonsuz arayış

S evmek istiyor sevmek istiyor
Kalbim acılar dolu
Kaçmak istercesine
Gönlüm kanatlanıyor
Uçmak istercesine
Aaah şimdi uzaklardasın
Hayallerdesin rüyalardasın
Yalnız kendi derdinle
Kendi halinle derinlerdesin
Şimdi uzaklardasın

hayallerdesin rüyalardasın
Ağlıyor sessiz sözlerin
Tanıyor bitkin gözlerin
Sönmeyen ateşler gibi
Yanar yüreğim, yanar yüreğim

24 Mart 2007 Cumartesi

Yeni Kerem

Gerçek mi, yalan mı duyduğum haber
Baharla dediler, köye dönmüşün,
Kucakta çıkmıştın yola bir seher,
Sılaya bir akşam yaya dönmüşün.

Bembeyaz teninde tüterdi yer yer,
Daha dün anandan emdiğin sütler,
Gelişmiş görünce seni bu sefer
Dedim ki: Bir içim suya dönmüşün.

Zambağın özüyle çizilmiş kaşın,
Dersini ceylandan almış bakışın,
Sevinci şakıyor sende her kuşun,
Kısrakla boy ölçen taya dönmüşün.

Açılsan hasretin denizlerine,
Varamaz sevdiğim su dizlerine,
Dökülmüş saçların omuzlarına,
Bulutla örtülen aya dönmüşün.

Kırılıp dökülen çağdasın nazdan,
Aşkı öğrenmene yıl var en azdan,
Bana varmak için verdiğin sözden,
Ben de anlamadım neye dönmüşün?

Faruk Nafiz Çamlıbe

hello


I've been alone with you
Inside my mind And in my dreams
I've kissed your lips A thousand times
I sometimes see you Passing outside my door
Hello! Is it me you're looking for?
I can see it in your eyes I can see it in your smile
You're all I've ever wanted And my arms are open wide Because you know just what to say
And you know just what to do
And I want to tell you so much
I love you I long to see the sunlight in your hair
And tell you time and time again How mcuh I care Sometimes I feel my heart will overflow
Hello! I've just got to let you know
Because I wonder where you are
And I wonder what you do
Are you somewhere feeling lonely?
Or is someone loving you?
Tell me how to win your heart
For I haven't got a clue
But let start by saying I love you
Hello! Is it me you're looking for?
Becuase I wonder where you are
And I wonder what you do
Are you somewhere feeling lonely?
Or is someone loving you?
Tell me how to win your heart
For I haven't got a clue
But let start by saying
I love you

KUL AHMET


Tanrı bütün kullara rızkını dağıtırken
Kimi sırtüstü yatar kimi boşta gezerken
Kul Ahmet erken kalkar haydi ya nasip derdi
Kimseler anlamazdı ya nasip ne demekti


O mahallede herkes gömlek giyerdi
Bizim kul Ahmet bir gün bir ceket diktirdi diktirir ya
Mahalleye dert oldu kul Ahmet'in ceketi


Kul Ahmet erken kalkar haydi ya nasip derdi
Kimseler anlamazdı ya nasip ne demekti
Herkes gömlek giyerken Ahmet ceket giyerdi
Konu komşuya dert oldu kul Ahmet'in ceketi


Mahalleli kahvede muhabbet peşindeyken
Leylekler lak lak edip peynir gemisi yüklerken
Kul Ahmet erken yatar sabaha ya kısmet derdi
Kimseler anlamazdı ya kısmet ne demekti


Herkes gömlek giye dursun
Bizim kul Ahmet ceketine bir de astarla kaplatıverdi
kaplatır ya
Konu komşuya dert oldu kul Ahmet'in ceketi


Bir gün bir yoksul öldü üzüldü mahalleli
Ama bir kefen parası bulamadı mahalleli
Kul Ahmet dedi yalan dünya çıkardı ceketini
Örttü garibin üstüne kaldırdı cenazeyi
Sonunda herkes anladı ya nasip ya kısmeti


Bizim kul Ahmet birdenbire oluverdi Ahmet bey
Ceket ise Ahmet beyin ceketi
İbreti alem oldu Ahmet beyin ceketi


Sonunda herkes anladı ya nasip ya kısmeti
İbreti alem oldu Ahmet beyin ceketi
Meğerse tüm keramet ceketteymiş be Ahmet
Barış a sorar isen sen bu yolda devam et

cocuk masumiyeti...






















23 Mart 2007 Cuma

Bu sabah, ben de güllerimi budadım...




Yaşlı bir bahçıvan tanımıştım. Bana dostundan sözederdi. Yaşam kendilerini ayırmadan önce, uzun zaman kardeşçe yaşamışlardı, akşam çayını birlikte içmişler, aynı bayramları kutlamışlar, bir akıl sormak için, içlerini dökmek için hep birbirlerini aramışlardı. Birbirlerine söyleyecek fazla bir şeyleri yoktu elbette, işlerini bitirdikten sonra, tek sözcük konuşmadan, çiçeklere, bahçelere, gökyüzüne ve ağaçlara bakarak dolaştıkları görülürdü daha çok. Ama biri parmağıyla bir bitkiyi yoklayıp da başını salladı mı öteki de eğilir, o da tırtılların izini tanıyarak başını sallardı. Ve güzel açılmış çiçekler her ikisine de aynı hazzı verirdi.
Günün birinde bir bezirgan içlerinden birini yanına aldı, birkaç haftalığına kervanına kattı onu. Ama kervan soyguncuları, sonra yaşamın raslantıları, imparatorluklar arasındaki savaşlar, fırtınalar, deniz kazaları, yıkımlar, yaslar, yaşamak için bir iş bulma zorunluluğu, yıllar boyunca denizde bir fıçı gibi sürükledi adamı, dünyanın ta öbür ucuna dek bahçeden bahçeye atıp durdu.
Derken bahçıvanım sessizlik içinde geçen bir yaşlılıktan sonra, dostundan bir mektup aldı.




Mektup kaç yıl süresince deniz yolculuğu yapmıştı, Tanrı bilir! Hangi posta arabaları, hangi atlılar, hangi gemiler, hangi kervanlar birbiri ardından, sayısız deniz dalgalarının inadıyla, onun bahçesine doğru yol almışlardı, Tanrı bilir! O sabah, mutlulukla ışıldadığı, mutluluğunu benimle de paylaşmak istediği için, bir şiir okumamı rica edercesine, mektubu okumamı rica etti benden. Ve yüzümde okumamın coşkunluğunu arıyordu. Ve mektupta topu topu birkaç sözcük vardı, çünkü iki bahçıvan toprak bellemede gösterdikleri ustalığı yazıda pek gösteremiyorlardı. Ve şunu okudum yalnız: “Bu sabah, güllerimi budadım”. Sonra, sözcüklere dökülmesi bana olanaksız gibi gelen öz üzerinde düşünürken, onların yapacakları gibi, başımı salladım.
İşte rahat nedir, bilmez oldu benim bahçıvan. Coğrafya konusunda, deniz seferleri, postalar, kervanlar, imparatorluklar arasındaki savaşlar konusunda sorular yağdırıyordu durmadan. Üç yıl sonra, dünyanın öbür ucuna bir elçi yollayacağım mutlu gün geldi. Bahçıvanımı çağırdım: “Dostuna mektup yazabilirsin” dedim. Ağaçlarım da, bostandaki sebzeler de biraz acısını çektiler bu işin, tırtıllar bayram ettiler, çünkü günlerini evinde yazıp çizmekle, aynı şeye durmamacasına yeniden başlamakla geçiriyor, ödevini hazırlayan bir çocuk gibi dilini çıkararak çalışıyordu, öyle ya, içinde söylenmesi zorunlu bir şey bulunduğunu biliyor, bunu gerçekliği içinde, bütünüyle ulaştırmak istiyordu dostuna. Uçurum üzerinde kendi köprüsünü kurması, uzam ve zaman içinden öbür yarısına erişmesi gerekiyordu. Aşkını söylemesi gerekiyordu. En sonunda, kıpkırmızı bir yüzle geldi, yüzümde bu kez de alıcıyı aydınlatacak sevinç yansımasını görmek, böylece söylediklerinin gücünü üzerimde denemek üzere, hazırladığı yanıtı sundu bana. Ve (onun için tanrılarını çiçeklendirmek ereğiyle, iğne işlerinde gözlerini yıpratan yaşlı kadınlar gibi, her şeyden önce kendisinde değişildiği şey önem taşıdığına göre, bildireceği daha önemli bir şey yoktu) acemi ve özenli yazısıyla, dostuna söylediğini okudum, basit sözcüklerden oluşmuş, ama inanç dolu bir dua gibiydi: “Bu sabah, ben de güllerimi budadım…” Okuduktan sonra sustum, öz üzerinde düşündüm, şimdi bu öz daha açık görünüyordu bana, farkında değillerdi ama güller üzerinden gelip sende birleşiyorlar, seni kutluyorlardı Tanrım..

SİYAH GÖZLERİNE BENİ DE GÖTÜR



Daha dokunmadan kurudu irem
çöllere bir türlü yağamıyorum
yeni bir koşunun başlangıcında
biraz deprem sonrası
biraz şehir hülyası
bir kalp yangınından geriye kalan
siyah gözlerine beni de götür
artık bu yerlere sığamıyorum.

Pembe uçurtmalar yolladığından beri
sarardı tiryaki menekşeleri
sonbaharın tozlu kafeslerinde
sevgi turnaları yakalıyorum
turnalar gidiyor;ben kalıyorum
avareyim,asudeyim,yorgunum
bilmiyorum neden sana vurgunum
Erzurum garında banklar üstünde
uyku tutmuyor karanlıkları
yitik düşlerimi kovalıyorum
gölgeler gidiyor;ben kalıyorum.

Binbir türlü kokuyorsa yaylalar
siyah gözlerine beni de götür
baharın koynundan koparıp sana
ipek bir mendile sardığım yüreğimle
şehzade gülleri gönderiyorum
umutlar kalıyor;ben gidiyorum.

Bütün yelkenlileri,deniz fenerlerini
kaptanları sorgulayan
yanından geçen küheylanların
korku tufanına yakalandığı
siyah gözlerine beni de götür
güneş ülkesinden gelen yiğitler
benzeri olmayan bir dünya kursun
cellat,ayrılığın boynunu vursun.

Usul usul intizarı çürüten
bu hercai diken,bu çılgın arzu
sürüklüyor imkansız muştuların
eşiğine gönül vadilerini
bir ağaçtan düşen yapraklar gibi
düşüyorum tanyerine
ya topla yaralı kırlangıçları
ya da bu vefasız şarkıyı bitir
özgürlüğe giden tutsaklar gibi
siyah gözlerine beni de götür.
Nurullah Genç

ALİ MUNZUR


Açıldı ömrümün haritası
Bir omzu düşük ağır delikanlı
Ey Ali Munzur, ey dağların kartalı
Sağ yanım bıçak yarası sol yanım hicran
Ve emanet kalmıştır bir köylü kızında kalbimin yarası
Ey Ali Munzur, ey dağların kartalı

Benim ömrümde, bir kırlangıç ağıdı vardır bildiğim
Benim ömrümde, tel örgüler kuşluk ayazında
Kör karanlık yağlı kurşun
Birde yanık türküsü anamın
Her biri bir başka seherinde güz dönümümün
Vurup gitmiştir sessizce oğulları
Şu gurbet denen şu belalı buğ yılanı, şu bilinmez sefere

Benim ömrümde, bir ırmak vardır
Durup önünde taş yüzdürdüğümüz ak köpüklerinde
Sesine sesimizi kattığımız
Ve anamızın patiskadan biçtiği uzun donlarımızla
Bir turna balığına gençliğimizi sattığımız
Aylandığımız,
adamdan sayılıp delikanlı halaylarına karıştığımız
Yıldızların altında, dam bacalarında aşık attığımız

Benim ömrümde, yarı çıplak popil delikanlısı ortalığın
yağmurların sevdalısı ve parlayan yusuftutan kuşları
Benim ömrümde, mor menekşe
Yediveren gülleri ve böğürtlen
Birde sen!
İçime işleyen ah sen!
Ondokuz yaşımın
Ve ırmağımın
Ve toprağımın hakkına birde sen! ..
Bulutlarıma kına yaktığım sebebin
Namerd olayım sevmedim hiç kimseyi böyle bu kadar! ..
Ya da sevemedim
Ey Ali Munzur, ey dağların kartalı
Sağ yanım bıçak yarası sol yanım hicran
Ve emanet kalmıştır bir köylü kızında kalbimin yarası

Bu da bir gurbettir yıkar adamı içine
Bu da bir rivayettir, on iki yıl bilmem kaç bin gece
Bir türkü sesinde..
Dumanlı dağları duman kaplamış
Yine mi gurbetten kara haber var?
Seher vakti bu yerlerde kimler ağlamış?
Çimenler üstünde gözyaşları var..
Benim ömrümde..

Şimdi vur, vur içine onca talanı
Onca sevdayı vur, vur Ali Munzur
Bu sol yandaki hicran yarası öyle çok ki..
Benim ömrümde çiçeğin bozamadığı
Karanlığın düşemediği yüzüm
Bana mahsus kor ayazda üşüdüğüm
Hercanın yeşili, Cemilin üzüm gözlü güzeli
Ve hüzün yaprağını dökende dut ağacın
Kalbime bir gül dikeni, fikrime sevda batanda.
Kemahın istasyonuna doğu expresi demir atanda
Murat suyu Fırata karışır üç gün üç gece kan akanda
Ben belki bin gece sayanda gurbet akşamlarında yıldızları
Emanetime iyi bakasın köylü kızı
O elinde tuttuğun kanayan şey Ali Munzurun kalbinin yarası

Benim ömrümde, yarı çıplak popil delikanlısı ortalığın
Yağmurların sevdalısı
Ve parlayan yusuftutan kuşları
Benim ömrümde, mor menekşe
Yediveren gülleri ve böğürtlen
Birde sen!
İçime işleyen ah sen!
Ondokuz yaşımın ve ırmağımın ve toprağımın hakkına
Birde sen!
Bulutlarıma kına yaktığım sebebin
Namerd olayım sevmedim, hiç kimseyi böyle bu kadar
Ya da sevemedim.
Ey Ali Munzur, ey dağların kartalı
Sağ yanım bıçak yarası sol yanım hicran
Ve emanet kalmıştır bir köylü kızında kalbimin yarası
Açıldı ömrümün haritası..

MONA ROZA




Mona Roza, siyah güller, ak güller
Geyvenin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah, senin yüzünden kana batacak
Mona Roza siyah güller, ak güller

Ulur aya karşı kirli çakallar
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa
Mona Roza, bugün bende bir hal var
Yağmur iğri iğri düşer toprağa
Ulur aya karşı kirli çakallar

Açma pencereni perdeleri çek
Mona Roza seni görmemeliyim
Bir bakışın ölmem için yetecek
Anla Mona Roza, ben bir deliyim
Açma pencereni perdeleri çek...

Zeytin ağaçları söğüt gölgesi
Bende çıkar güneş aydınlığa
Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi
Seni hatırlatıyor her zaman bana
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi

Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar
Işıksız ruhumu sallar da durur
Zambaklar en ıssız yerlerde açar

Ellerin ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi
Ellerinden belli oluyor bir kadın
Denizin dibinde geziyor gibi
Ellerin ellerin ve parmakların

Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona

Akşamları gelir incir kuşları
Konar bahçenin incirlerine
Kiminin rengi ak, kimisi sarı
Ahhh! beni vursalar bir kuş yerine
Akşamları gelir incir kuşları

Ki ben Mona Roza bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında
Hayatla doldurur bu boş yelkeni
O masum bakışlar su kenarında
Ki ben Mona Roza bulurum seni

Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Henüz dinlemedin benden türküler
Benim aşkım sığmaz öyle her saza
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza

Artık inan bana muhacir kızı
Dinle ve kabul et itirafımı
Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı
Alev alev sardı her tarafımı
Artık inan bana muhacir kızı

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak

Altın bilezikler o kokulu ten
Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne
Bir tüy ki can verir bir gülümsesen
Bir tüy ki kapalı gece ve güne
Altın bilezikler o kokulu ten

Mona Roza siyah güller, ak güller
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Aaahhh! senin yüzünden kana batacak!
Mona Roza siyah güller, ak güller

Sezai Karakoç

AYŞE, SANA!

Saklıyor içinde yüzen hayali
Ne zaman gözlerin yaşlansa, Ayşe!
Diyemem boynuna olsun vebali
Sevdiğin o güzel çobansa, Ayşe!

Gönlünü yorarak bütün bütüne
Benzedin sararmış yaban gülüne.
Güvenme sana ant içtiği güne,
Ya bütün sözleri yalansa, Ayşe?

Canına karışmak istiyor canı
Kim görse bu güneş başlı çobanı.
Gün yüzlü Zeynep’in çekildi kanı,
Gözyaşı döküyor Kezban’sa, Ayşe!

Çobanın bir kızıl yele saçları,
Ateştir, alınmaz ele saçları,
Ah hele saçları, hele saçları...
Yakar parmağına dolansa, Ayşe!

Ayşe, kaç çobandan, tehlikelidir,
Kendine ateşe atan delidir.
Kuşlara emniyet etmemelidir.
Buluştuğumuz yer ormansa, Ayşe!

O ne, birdenbire karşımda soldun
Bir anda boşaldın bir anda doldun?
Yoksa, dün çocukken, ana mı oldun?
Yanarım kederin bundansa, Ayşe!

22 Mart 2007 Perşembe

Buğdayın Türküsü



Halkım ben, parmakla sayılmayan

Sesimde pırıl pırıl bir güç var

Karanlıkta boy atmaya Sessizliği aşmaya yarayan

Ölü, yiğit, gölge ve buz, ne varsa

Tohuma dururlar yeniden

Ve halk, toprağa gömülü

Tohuma durur bir yerde

Buğday nasıl filizini sürer de

Çıkarsa toprağın üstüne

Güzelim kırmızı elleriyle

Sessizliği burgu gibi deler de

Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerde.



Pablo Neruda

BU GECE EN HÜZÜNLÜ ŞİİRİ YAZABİLİRİM



Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim

Şöyle diyebilirim; "Gece yıldızlarla dolu"


Ve yıldızlar masmavi, titreşiyor uzakta


Şarkılarla dönüyor gökte gece rüzgarı



Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim


Sevdim ben onu, o da beni sevdi bir ara


Kollarıma aldım bu gece gibi kaç gece


Kaç defa öptüm onu sonsuz göğün altında


Sevdi beni o, ben de bir ara onu sevdim


O durgun, iri gözler sevilmez miydi ama?



Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim


Yokluğunu düşünüp, yitmesine yanmakla


Duyup geceyi, onsuz daha engin geceyi


Ota düşen çiy gibi düşmekte şiir cana


Ne çıkar sevgim onu alıkoyamadıysa?
Gece yıldız içinde, o yakın değil bana




Hepsi bu. Uzaklarda şarkı söylüyor biri


Yüreğim dayanmıyor yitmesine kolayca


Gözlerim arar onu, sanki yaklaşmak ister


Yüreğim arar onu, o yakın değil bana


Aynı gece ağartıyor aynı ağaçları


Bizler, ah, o zamanki bizler değiliz ama
Artık sevmiyorum ya nasıl, nasıl sevmiştim


Sesim arar rüzgarı, ulaşmak için ona


Ellere yar olur, öpmemden önceki gibi


O ses, ışıl ışıl ten ve sonsuz bakışlarla



Artık sevmiyorum ya, severim belki yine


Ne uzundur unutuş, ah ne kısadır ayrılık


Yüreğim dayanmıyor yitmesine kolayca


Böyle gecelerde kollarıma aldım çünkü


Belki bana verdiği son acıdır bu acı,


Belki son şiirdir, bu yazdığım şiir ona



Pablo Neruda

Seni Saklayacağım


Seni saklayacagim inan
Yazdiklarimda, cizdiklerimde,
Sarkilarimda, sozlerimde.

Sen kalacaksin kimse bilmeyecek
Ve kimseler gormiyecek seni,
Yasayacaksin gozlerimde.
Sen goreceksin, duyacaksin
Parildayan bir sevi sicakligi,
Uyuyacak, uyanacaksin.
Bakacaksin, benzemiyor

Gelen gunler gecenlere,
Dalacaksin.

Bir seviyi anlamak
Bir yasam harcamaktir,
Harcayacaksin.

Seni yasayacagim, anlatilmaz,
Yasayacagim gozlerimde;
Gozlerimde saklayacagim.
Bir gun, tam anlatmaya..
Bakacaksin,

Gozlerimi kapayacagim.
Anlayacaksin.


Ozdemir Asaf

muhsin demir