15 Ekim 2007 Pazartesi

İdris Özyol: Ben Bu Aşkın Militanıyım


Sizi ateşe doğru koşmaya davet ediyorum bayan. Üstünden sürüldüğümüz toprakları ve saraylara rehin bıraktığımız kalplerimizi geri almalıyız.

Geri almalıyız kulağımıza fısıldanan isimleri ve unutmamız için çırpındıkları zihinlerimizi, yoksul evlerde öğrendiğimiz alfabeyi, ceketlerimizin sökük uçlarını, kapılardan önümüzü iliklemeden girme cesaretini, umarsız tarihi, sarhoşluk bilgisini ve kötü vatandaş olma hakkını geri almalıyız. Sözümü?, üstüne söz söyletme kimseye bayan.Silelim gözlerimizden işgalcilerin çığlıklarını ve yalanlarını onların kopartıp atalım kulaklarımızdan

Bütün yeryüzü ülkemizdir bizim ve kurtuluş bir zerdali gibi duruyor dünyanın bütün ağaçlarında. Dünyanın bütün ağaçları aşkımızın özgür topraklarını bekliyor. İnsana, halka, toprağa, havaya ve suya olan büyük aşkımızın topraklarım bekliyor hayat. Ve durmak yok birbirimizin cesaretine doğru sürdüğümüz atlara. Cesaret, ne bol sıfırlı bir çek, ne de üçyiiz kilometre hızla sürülen son model arabadır.

Cesaret, senin ellerinden benim ellerime taşınan ısı ve benim gözlerimden sana doğru uçan narin bir kelebektir. Kırılgan ve şeffaf olduğu için gereklidir cesaret ve cesur adımlarımızla şekillenir aşkımız.

Sizi kavgamın kenar mahallesine davet ediyorum bayan ve kavganızın kanatlarına kanatlarımı eklemek istiyorum. Uçmak özgürlük sevdalılarının işidir, özgürlük sevdalılarının işidir yüksek duvarların ardındaki bahçelerden meyve çalmak ve padişah çocuklarını ayartıp, onlan kavganın demir bir yumruğuna çevirmek bizim işimizdir.

Beş parmağın beşi de birdir birbirimize uzattığımız elde ve tut kalbimi sıkmaktan dolayı terlemiş ellerimi, tut ve onlara dünyayı tanıt. Bütün topraklan, bütün ağaçlan, bütün çiçekleri, bütün hayvanları, bütün köyleri, bütün ışıkları, bütün sesleri tek tek.tanıt ellerime. Ben aşkınızın militanıyım bayan. Çekip fünyesini kalbimin aramızdaki engellere doğru koşuyorum. Birazdan büyük bir patlamayla aydınlanacak gece ve o bir saniyelik aşk en uzun hayatlardan daha uzun kalacak yeryüzünde. Bana kutsallarım için Ölmeyi öğretiniz ve ben hiç sönmeyen bir ateşe avuçlarımızı uzatmanın güzelliğini haykıra-yım size. Bütün güzellikleri haykırayım ve sesim bir sarhoşun hiç ayılmak istemeyen gözleriyle tarif edilsin. Fakat hiç kimsenin tarif etmesine izin vermeyelim içimizdeki yanardağı.
Sizi aynı elmayı ısırmaya davet ediyorum bayan. Halkımızın bakışlarıyla kızaran o elmaya kalbimizin atışlarını da ekleyip dünyanın uçlarına doğru atmalıyız. Lübnanlı bir savaşçı avuçlarında sıkıp başka bir toprağa fırlatmah özgürlüğün meyvesini. Etiyopyalı bir bebek bulmalı onu. Bütün bebeklerde çoğalmalı bizim aşkımız. Karanlık hedeflere doğru sıkılan silahların sesini tercih etmelisin "seni seviyorum" cümlesinin yerine. Ve beni hatırlamak istersen bir Çeçen çocuğun gözlerine bakmalısın. Ben ve bütün kardeşlerim, bu 6 milyar kara çocuk, aynı hızla bakarız sevdiklerimizin gözüne. Hızıma hızınızı da katın bayan. Gölgesiz bir hayata inandık birlikte. İnandık birlikte ekmeğin ekmek, ateşin ateş, ölümün ölüm olduğuna. Ve Özgür bir ölüm fikriyle alevlendi hayat. Yeşeren herşeyi tutsak halkların koynunda sakladık ve bir devrimci annesinin cesaretiyle koruduk kalplerimizi. Koruduk kalplerimizi işgal ordularından ve devasa bir bayrak gibi dalgalandı çocuklarımız. Bana çocuklarımızı anla! ve hiç susma yüzlerini yüzüme ezberletirken.

Sizi Beyaz Saray'ı yakmaya davet ediyorum bayan. Biz bir çift gövde olarak dünyanın her yerinden aynı anda yürüyebiliriz. Aynı anda aynı cümlelerin şiddetiyle sarsılabiliriz silahlarımızı temizlerken. Bilin ki silahlarınızı sevdim sizin ve tetikte bekleyen gözlerinizi. Siz uyurken başınızda nöbet tutmak istiyorum bayan. Karanlık pusulardan korumak istiyorum düşlerizi. Biz bir doğumun iki ucuyuz ve bir karanfil gibi büyüttük yüreğimizi. Bir karanfil hayata sevdalı. Bir karanfil özgür şarkılar için. Şarkılarınızda bana da yer açın ve daha da genişlesin avuçlarımdaki harita. Serip o haritayı yemek yediğimiz masaya savaş planlan yapalım birlikte. Aşk bir savaştır ve iki kişilik bir ordu bile yeter zafer kazanmaya. Beni zaferinize kabul edin bayan. Yaralarınıza yakın tutun beni ve bir kör kurşunu birlikte ısıralım.


Aynı kurşunu bölüşmektir benim aşkım. Cephaneni bitince sizin kurşunlarınızla doldurayım tüfeğimi. Siz tüfeğinizi bir şehri yakmanın çılgınlığıyla doldurun. Koşalım bizden önce koşanların peşi sıra. Aşk bize yoldaş.

5 Ekim 2007 Cuma

YENİ KEREM..!



Gerçek mi yalan mı duyduğum haber,
Baharda dediler köye dönmüşün,
Kucakta çıkmıştın yola bir seher,
Bir akşam sılaya yaya dönmüşün.


Bembeyaz teninde tirerdi yer yer,
Daha dün anandan emdiğin sütler,
Gelişmiş görünce seni bu sefer,
Dedim ki bir içim suya dönmüşün.


Zambağın toziyle çizilmiş kaşın,
Sevinci şakıyor sende her kuşun
Dersini ceylandan almış bakışın,
Kısrakla boy ölçen taya dönmüşün.

Açılsan hasretin denizlerine,
Varmaz sevdiğim su dizlerine,
Dökülmüş saçların omuzlarına,
Bulutla örtülen aya dönmüşün.


Kırılıp dökülen çağdasın nazdan,
Aşkı öğrenmene yıl var en azdan,
Bana varmak için verdiğin sözden,
Ben de anlamadım niye dönmüşün.

FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL

1 Ekim 2007 Pazartesi

KARA YILAN...!!!


Güneşin yeni doğduğunu sana haber veriyorum
Yağmurun hafifliğini toprağın ağırlığını
Ve bütün varlığımla kara yılan seni çağırıyorum
Seni çağırıyorum parmaklarımdan süt içmeğe
Pamuğun ağırlığını yapan dağın hafifliğini
Sana haber veriyorum yeni doğduğunu güneşin

Ben güneyli çocuk arkadaşım ben güneyli çocuk
Günahlarım kadar ömrüm vardır
Ağarmayan saçımı güneşe tutuyorum
Saçlarımı acının elınde unutuyorum
Parmaklarımdan süt içmeğe çağırıyorum seni
Ben güneyli çocuk arkadaşım ben güneyli çocuk

Ben çiçek gibi taşımıyorum göğsümde aşkı
Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum
Gelmiş dayanmışım demir kapısına sevdanın
Ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum
Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum

Seni süt içmeğe çağırıyorum parmaklarımdan
Kara yılan kara yılan kara yılan kara yılan
SEZAİ KARAKOÇ

25 Eylül 2007 Salı

ZAMANSIZ AŞKIM...!!!


Sen gelmeden önce diye başlayan binlerce cümle geçiyor aklımdan...

Sen gelmeden önce ben daha bir bendim.

Sen gelmeden kurallarım, yasaklarım vardı.

En güçlüsüydüm hayatımın.

Bir monitöre saatlerce boş boş bakamazdım mesela.

Şarkılarım vardı sensiz söylediğim, sesim sadece benimdi.

Daha bir umutluydum ya da daha bir boştu herşey.

Çözemedim.


Sonra sen geldin, ne oldum, neyim oldun çözemedim.

Ben çözmeye çalıştıkça sen daha çok geldin.

Ne sana sığınabildim ne kendime sığabildim.

Tek başıma taşırken bütün yüklemleri, öznelerimi kaybetmişim sen gelince anladım,

Bütün roller benimdi, hayata oynuyordum, sınırım, çekincem yoktu...

Ezberlemiştim ben aşkı senden önce...

Sen geldin ezberlerim karıştı...

Repliklerimi unuttum, susuyorum, doğaçlama da yapamıyorum artık.

Tek kişilik dev bir oyununun son perdesi, söz bitti...

Yaralarım kanıyor, her kanayan yerden bağıra bağıra umut doğuruyorum.

Daha çok acıyor yaralar umut doğarken.

Olsun diyorum umudum var artık...

Varsın acısın...

Aklından geçenleri sorguluyorum kendime...

Hak vermek istiyorum çünkü hayatıma rağmen

bana dönüşüne ve hak vermek istiyorum vazgeçemediklerine....

Belki de seni temize çıkarıyorum ruhumda, adın aşk olsun diye...

Yine de

Hoşçakal Zamansız Aşkım.


Alıntı...

16 Eylül 2007 Pazar

YOKLUK



Aşk kaçmış gözlerine,
Yaşanmamış yılların sana ağlıyor…
Zaman parçalanırken ellerinde ölü kelebekler yastığın oluyor…
bağırmak isteyeceksin, bağıramayacaksın…
Ağlamak isteyeceksin, ağlayamayacaksın…
İşte o zaman daha iyi anlayacaksın,
bu hayatın kurallarına göre yaşandığında iyi başlayıp kötü bitmeyen hiçbir şey olamayacağını…
İşte o zaman anlayacaksın, mutluluğun hiç olmadığı yerlerde aramanın içini nasıl daha da acıttığını…
tenini değil kalbini sevdim, yüzünü sevdim, yanılgılarını sevdim.
Ama hepsinden çok, ben seninle konuşmayı sevdim…
Öyle çok hasrettim ki konuşmaya, onca düş kırıklığından, onca dilsizlikten sonra seni buldum.
Seni ilk ve son sandım…
nerede bir imkansızlık varsa onu özlemek yazılmıştı alnıma…
en az kendim kadar onun için de acı çektiğimi hissediyorum.
Peki onun için de acı çektiğimi neden bilmesini istemiyorum?
Bu bencilliğim mi benim, yoksa hiçbir işe yaramayan inceliğim mi, bilemiyorum.
Ne yaşarsan yaşa, içinde o yaralı kalbin olmuyorsa, kendini yaşamamış sayarsın.
Bir an kalbin çok acır.bundan böyle hayatındaki her şeyin aynı olacağını düşünürsün.
Kaçtığın ve geri döndüğün yollarda düşlerini bıraka bıraka yaşayacağını…
Çünkü nereye gidersen git, elbet bir gün dönersin.
Gittiğin yerde seni kimse tanımaz;
döndüğün yerde de ya eksik sevilmişindir ya da yanlış…
Bırak biraz daha uyusun içindeki yabancı…
beni bu sevdanın ortasında,
deli yağmurların altında bir başıma bırakıp gittiğin zamanlar seni hiç durdurmadım…
Yoluna çıkıp hiç,”gitme”, demedim sana…
”Beni bırakma”, diye yalvarmadım…
Her gidişinin ardından sessizliğe gömülüp,
seni sonsuza kadar kaybettiğimi düşündüm hep…
Bir gün geri gelebileceğine hiç inanamadım…
Bu yüzden mucizeydi her dönüşün ve bu yüzden her defasında sana daha sıkı sarıldım…
Şimdi yanımdasın…
Ama biliyorum, gideceksin yine…
Rüzgar adını çağırıyor…
Bu şehrin üzerini yine kara bulutlar sarıyor…
Biliyorum, yine deli yağmurlar yağacak üzerime…
Yine gizlenecek martılar saçakların altına…
Yıldızlar kaybolacak…
Biliyorum gideceksin ve ben yine kaybedeceğim yolumu…
Gözyaşlarımı silmeyecek o sevgi dolu, kutsal yüreğin…
Biliyorum, gideceksin…
Ama bu kez sana sevdalı güvercinin sevdalı yaralı yüreği bu gidişi kaldıramayacak…
Artık gitme sevgilim….
Üzerime soğuk topraklar örtülse de.
Benden umut kesilse de, yine de beni ziyaret etmeni,
bir kez olsun ayağıma gelmeni,
toprağıma o sıcacık ellerinle dokunmanı istiyorum.
Ben bunun için öldüm biliyor musun;
toprağıma o güzel.o eşsiz ellerinle dokunman için…
Biliyor musun, aşk sonsuz bir saçmalayıştır sevgili…
Bunu senin varlığın öğretti bana…
Aşk inadına saçmalayıştır.bunu senin yokluğun öğretti bana…
Kanayan sesim ıssızlıkta yankılanıyor.
Bencillik mi, umutsuzluk mu bilmiyorum,
ama aşk acısıyla yankılanan her ses bana seni hatırlatıyor…
Aşk soyludur, gizemlidir, sessiz ve derinden yaşanır;
ama bazen acısı öylesine zorlar ki insanı, bunu olsun birine anlatmak ister…
Ama bulamaz….
Yoktur…
Herkes gelecek olan sabaha hazırlanmak için bu dünyayı kabullenmiştir…

15 Eylül 2007 Cumartesi

AĞIT VE RAKS



Ben oyumu felakete veriyorum şeyda

sana dönük yanımda çengiler mat oluyor

saadet-zedelerin morga çevirdiği bir dünyada

bana alevden kostümlerle dans etmek düşüyor

ve şeyda ben oyumu felakete veriyorum


Yolum uzadıkça kabaran direncimi

her düştüğüm yeri öperek bileyliyorum

kolay gele demek de nerden çıktı şeydam

gürbüz doğumlarda bir nice ananın harcandığını

imbatla gelenin kabayelle gittiğini biliyorum

senin aldanmak dediğin bana merhem oluyor


gördüm kışı zorlu geçmeyen yılın baharını da

saksıya dikme gülleri ilk güneşle soluyor i

şte bu kısrak yokuşta çatladı demen için şeyda

dünyanın tüm düzlüklerine kin besliyorum.


Geç bi yol, nazlı güleryüzlü şiirler yazamam

ben esenlik şölenleri bitti

vakt-i cerağanda vakt-i kahırda

hüzün fasılları demidir bu dem gör ki

raksederek ağlamak da varmış hesapta ama

ne Raks'ı ne Ağıt'ı ben Endülüs'ü evetliyorum


Artık bol kahkahalı çok şükürleri bıraktım

esenlik bildirilerini harcıalem mutlulukları

denizi uslu gösteren kartpostalları yaktım

fakat şeydam bir avuç külü yakamadığım için

ben oyumu felakete veriyorum.


Mustafa İslamoğlu

7 Eylül 2007 Cuma

harita

Yusuf'un Gömleğindeki Kan Lekesi

-I-

Gece gibi iniyor gözlerime yalnızlık. Yağmur seslerinin buğusuna emanet edilmiş çocukluk şarkıları kadar uzak ve mağrurum. Önce şehre ağlıyorum sonra sana. Yusuf'un gömleği kadar hanif, Züleyha'nın gözleri kadar naif bir kent kuruyorum sana. Ey kan kızılı gözlerinde aşk manzumeleri nesreden sevgili. Tıpkı Yusuf'un hikayesindeki gibi; senin güzelliğini gören her şehir, letâfetinden sarhoş olup kendi bıçaklarıyla kendi parmaklarını doğrasın istiyorum.

Ki bir şehir gözlerinin güneşini içip güne başlıyorsa ve hala kendini yakmıyorsa, o şehirden intikam almanın vakti gelmiştir. Gözlerin ki; yaralı ceylanların susuzluğunu giderdiği sonsuzluk ırmağı. Bedevilerin çölsü yalnızlıklarına bir avuç serap. Gözlerin cennet diyarına ulaştıran köprüdeki zebercet taşlarının üstündeki parıltı. Herşeye olsa bile gözlerine ihanet etmemeli şehir. Gözlerin açılınca kıyamet kapanınca cennet. Cennete giden herkesin gömüldüğü bir güzellik kabri gözlerin.

Ey alnının halesinde mekki yalnızlıkları saklayan hüzün mevsimi. Ey ismini gül yaprağının suya dokunuşundan alan mesrûr sevgili.

Bir karanfil ölüyor avuçlarımda belli belirsiz. Şehirsiz çocukluğumun sığırtmaç eteklerine yuvarladığım senli günlerimle gidiyorum şehrinden. Bir şadırvanın ucuna bağladığım yüreğime kimsesiz çocuklar su serpiyor.

Önce şehre ağlıyorum sonra sana.
Ve Yusuf'ça bir vakarla.
Seni kalbimin zindanından âzâd ediyorum.


-II-

Sana kullanılmamış kelimelerle yepyeni bir cümle getireyim istedim Züleyha. Düşlerin, gerçeğin prizmasına yansıyan izdüşümüyle, "aşk" çizmeliydi kalbinin tualine ellerim. Ama ellerimi açık artırmaya sunulmuş bir gökyüzüne değdireli beri ziyankar bir yağmurun hamiliyim.

Sükutumun baş harfini sana bağışladıysam, naralarımın andacı sen olasın diyedir bu.

Adım Yusuf
Andım Yusuf
Acım Yusuf
Harcım Yusuf

Geceye adını mıhlarken sensizlikten lâl kesilmiş gözlerim. Denizlerin yakamoz değmemiş kıvrımlarına kalbimdeki kandan kalem ile şunu yazacağım.

Hiçbir harfi sensiz bir cümleye kurban etmeyeceğim.

-III-

Ellerinin geceyi ürküten siyahlığı olmasaydı belki inanırdım zindanda olmadığıma. O zaman aşka meyyal yanlarımı savaşa sürmezdim. Ne bahşettiyse sana Rahman,
efdal gözlerine musaddık olan rüyalarında, hepsini hayra yorardım. Ama aşk, gömleğimin yakasına bulaşan kir oldu sadece. Bu yüzden Züleyha, aşksızlığa muttasıl eyledim kulbe-i ahzan'ımı.

Mintanım hüzünle örülüdür gelme peşimden. Ben kendi kardeşlerince ihanete uğrayan bir yürek taşıyorum içimin dehlizlerinde. Kan revan uykularıma rüyalarını maksud kılma Züleyha. Yakub'un gözleri kadardır kalbimin körlüğü. Bünyamin kadar acemisiyim aşkın ve andın.

Bana rüzgarlardan bahset Züleyha. Saçlarının çölsü yalımlarında alevlenen ateşten rüzgarlardan. Ki silinsin gömleğimdeki kirli gölgen.

Çünkü Züleyha.

Aşk, günahın karaladığını tövbeyle aklamaktır!




Yazarı: İbrahim Saki

1 Temmuz 2007 Pazar

Her Aşk Katilidir Bir Öncekinin

Rüzgarlı bir tepenin yamacındayım şimdi

kent suskun ve istasyonlar ayrılık için var bu şehirde

imlası bozuk, üşümüş ve kirli bir çocuk olurum seni düşünürken

ömrüme iliştirdiğim martı leşleri

yamalı bir geçmişi oynar

imtihanlar ve intiharlar üzerine kurulu hayatlardan

gecenin en serseri yanını alırım günceme


durup durup şiirler yazmak yoluna

yeni bir yaşam biçimim oldu son günlerde

kendimi sende kalabalık buluşum belki de bundan

her gece yorganımın altında

sakladığım kırlangıç sürüleriyle geliyorum sana

sen uykudayken babam her gece ölüyor şimdilerde

annem nihavent bir çığlık oluyor

bana en çok sensizlik koyuyor

sonra babilin asma bahçelerine asıyorum kendimi

uyanmak için


eski bir aşkını anlatıyorken bana

konuştuklarından yapılma bir sessizlik oluyor ağzım

kaç kez kanıyorum bir bilsen (ya da hiç bilmesen)

sesinin ardında yüzün sessiz bir tabanca gibi duruyor

kendimi kötü kurulmuş bir cümle sanıyorum

gece yüklü bir kamyon uykularımı solluyor


yastığının altında yalnızlığın var biliyorum

oysa ben senden bir bardak su istedim

akdeniz değil son yalnızı benimdir bu kentin

istanbul arkamdan gelir

ey hüznü yüzünde gülücük diye taşıyan kız

hep kendine mi saklarsın çocukluğunu


ağzıma bir bulut bulaşsa da

yokluğundan yapılmış kayadan seken kurşun

en serseri yanımız olur kimi zaman

ve ben hep kendimi terk ederim senden

her katilin aşkı

her aşkın katili

bir öncekinin faili

hep ben olurum

hep ben ölürüm


içime uzanan koridorların ortasından

hep gülerdin beni görünce

bense sana hep geç kalırdım

sona kalırdım

sonra kanardım yağmurlarla

inseydin içime içim senden yanaydı

yüzümdeki işgaller senden karaydı

seni sevmek en gizli ağlama biçimimdi

sana yazacaklarım sil sil bitmezdi

ve ben sende hiçbir şeydim

sen bende her şeyken


canım yastığının altında biriktirdiğin yalnızlıklarım

kendine varlaşıp bana yoklaşan biri yapar seni

ve ne kadar kaçsan o kadar yakınsındır aslında kendine

geciken sevdalar yıkık kentlere benzer bilirsin

ve sevgisizlik alır bir gün seni benden

işte bu yüzden sen hep sevil

hep sevil

sevil


KAHRAMAN TAZEOĞLU

20 Haziran 2007 Çarşamba

SANA BÜYÜK BİR SIR SÖYLEYECEĞİM...

Sana büyük bir sır söyleyeceğim,

Zaman sensin.

Zaman kadındır, ister ki

Hep okşansın, diz çökülsün hep

Dökülmesi gereken bir giysi gibi ayaklarına.

Bir taranmış,

Bir upuzun saç gibi zaman,

soluğun buğulandırıp sildiği ayna gibi.



Zaman sensin uyuyan, sen şafakta,

Ben uykusuz seni beklerken,

Sensin gırtlağıma dalan bir bıçak gibi..

Sen ki benim saat-sakağımda vurursun,

Boğulurum soluk alıp vermesen,

Tenimde bir duraksar ve yerleşir adımın.

Sana büyük bir sır söyleyeceğim,

Her söz,

Dudağımda bir dillenen zavallı,

Acınacak bir şey ellerim için,

kararan bir şey bakışının altında..



Sana büyük bir sır söyleyeceğim,

Korkuyorum senden,

Korkuyorum yanın sıra gidenden,

pencerelere doğru akşam üzeri

El kol oynatışından, söylenmeyen sözlerden.



Korkuyorum hızlı ve yavaş

zamandan, korkuyorum senden.

Sana büyük bir sır söyleyeceğim,

Kapat kapıları.

Ölmek daha kolaydır sevmekten,

Bundandır işte benim yaşamaya katlanmam,

Sevgilim...



Louis Aragon

18 Haziran 2007 Pazartesi

BENİ YAVAŞLAT TANRIM!


Beni yavaşlat Tanrım!

Yüreğimin atışlarını düşüncemin sakinliğiyle rahatlat.

Zamanın sonsuz görüntüsüyle hızımı azalt!

Bana güncel kargaşanın ortasında,

Tepelerin ölümsüz sakinliğini ver.

Bir çiçeğe bakmayı,

Eski bir dostla sohbet etmeyi

Ya da yeni bir dost edinmeyi,

Yolunu kaybetmiş bir köpeği okşamayı,

Ağ yapan bir örümceği izlemeyi,

Bir çocuğa gülümsemeyi,

İyi bir kitaptan birkaç satır okumayı ve

Yarışın daima daha çok hız için olmadığını

Anımsat her gün bana.


Yavaşlat beni Tanrım!

Bana ilham ver.

Köklerimi,

Yaşamın katlanılan değerlerini toprağının derinliğine göndermek,

Kaderimdeki yıldızlara doğru daha çok

Büyüyebilmek için..

Yavaşlat beni Tanrım!


Wilfred A. Peterson

9 Haziran 2007 Cumartesi

KEPEZ




Ansızın bir karasu iner

Deniz fenerinin gözlerine

Fener kör olur.
Ve ağır ağır uyanmaya başlar

Deniz dibinin devleri

Koç sürüsü dalgalar toslaşır gerine gerine

Ötede yıkkın bir balıkçı köyünün çiçeksiz evleri

Evler ki denizlerde olup bitenleri bilmez

Bense bu kaderi iyi bilirim
Benim adım Kepez…


Yıldızlar olmadı mı, dolunay olmadı mı

Gökyüzü de kördür.

Yüreğindeki kara bulutlar

Durmadan yıldırımlar kusar

Yorgun bir gemi oturur kayalara

Karışır birbirine dua ve küfür
Korkuysa şapkasını her zaman

Kapkara bir dala asar

Bir yosun tarlasında dinlenirken
Gördüm ölümü kaç kez

Selâm verip geçti gülümseyerek

Ben korkusuz Kepez…


Kaç sünger ve inci avcısının

Kanına girdi bu denizler

Kaç taze gelin ihtiyarladı

Bu ufuklara baka baka

Her sabah

Neşeli bir ıslık aydınlığına

Evden çıkıp gidenler

Ya döndüler ya da hiç dönmediler

Yaralı akşamlara

Yalnız kalmayınca aç kalmayınca

Oğlak, kuzu melemez

Ben ne dramlar yaşamışımdır bu kıyıda

Ben Kepez…


Mutlu insanlar da gördüm
Gelip kollarımın arasında sevişen

Ama uzun sürmedi

Şıngır mıngır kristal ömürleri

Ne çığlıklar işittim rüzgârlardan
Mevsim mevsim değişen

Hele de yitik ekmekler gibi ayrılık türküleri

Tedirgin martıların

Kanatları vururken gez
Ben dilsiz bir görgü tanığıyım

Benim adım Kepez…


Gün kısalır,

Bir gece de değişir renk renk haritam

Gün uzar,

Sızlayan süslü bir göğüstür

Tarih-i Kadim

Sırdır, ayıptır

Gördüklerimin hepsini anlatamam

Gemiler gelip geçerken

Kaç dilden hüzünlü şarkılar dinledim

Gül yanaklı, lâle dudaklı

Ne güzeller gördüm gitti gelmez

Ben hep aynı yerde beklerim

Benim adım Kepez…

Bazen denize küser de

Gökteki yıldızlarla konuşurum

Bazen gidemediğim yerleri okşamak isterim

Bulamam ellerimi

Ay doğarken başlar
En uzun süren sarhoşluğum

Asırlar kemirse de
Koparamazlar zincirlerimi

Kimse kirli ayaklarıyla

Üzerimi tepeleyemez

Ben beş vakit

Sabrın gül suyuyla yıkanırım

Benim adım Kepez…

Bahattin Karakoç

8 Mayıs 2007 Salı

Gidecem buralardan



08-05-2007 08:30
Gidecem buralardan
İçimde hüzün,
İçimde acı,
İçimde dertle, gidecem buralardan

İnmeden ömrüme son perde
Düşmeden başka başka derde
Üzülecek yokken (hazır) geride
Gidecem buralardan

Hep acıya mahkum oldum,
Hep ağladım, artık bıktım
Ha yaşadım, ha ki öldüm
Gidecem buralardan

Dertle gönül doldu-taştı
Çok dayandım, herkes şaştı
Gayri beni bile aştı
Gidecem buralardan

Bir arşın gitmişim, dönüp baktım da
Gülmedi gitti, şu kara bahtım da
Hep, çekip-gitmek vardı aklımda
Gidecem buralardan

Herkes, bir maske takmış
Hak-hukuk çook uzakmış
Artık ruhum candan bıkmış
Gidecem buralardan

Ne bir dostluk, ne bir vefa
Her ümidim, kalktı rafa
Kararlıyım artık bu defa
Gidecem buralardan

Ahmet Ünal ÇAM

7 Mayıs 2007 Pazartesi

Kardeşimin Ölüm Gününde


I
kardeşimin ölüm gününde
ona bir çiçek aldım hediye
mezarına dikecektir zaman
büyüdükçe, büyüyecek hatırası
Azrail elinde kır sepeti,
küçük bir kızdır-
ona doğru koşan.
kardeşimin ölüm gününde

ve yağacaktır yağmur hiç şüphesiz
biz kurban verdiğmizde Allah'a,
rahmet yağardı
babam şükür namazı kılardı ve de
namaz kılacaktır kalabalıklar
kardeşimin ölüm gününde

ağlamak güzel bir şey
iyi ki yarattın bizi
sızlıyorsa gözlerim bir kulun için
demek ki bizi insan yarattın!
et ve kemik ve sentimentaliz Rabbim!
kardeşimin ölüm gününde
beni de böyle ağlattın.

sormuyorum neden böyle genç-
tazeyken soluyor çiçekler
ve rahiyalarını ne güzel katarsın!
ama her zevkin bir faturası var
onu da muayyen bir zamanda alırsın
Rabbim daha bahar bitmeden soldu çiçekler
kardeşimin ölüm gününde

II

isyan en son kelimedir dilimde
ki yok alınyazısında istikbâl!
ya da var göremiyoruz hakikâti!
kardeşimin saçlarını kapatan bir cennettir istiklâl
kardeşimin ölüm gününde.

III

küsmedim Tanrım sana
sırası gelince teker teker geleceğiz
istemesemde bazen, alacaksın biliyorum
biriktirdiğim tüm dünyevi koleksiyonları
mesela şarkıları, şiirleri, arkadaşları
ve dahi toplayacaksın sokakları
kıyamet diyorlar adına
sana da bu yakışır Rabbim
ağlatmak bulutları
kardeşimin ölüm gününde.

IV

söz verdik sana "kalu bela" gününde
hatırlamak istiyorum cümlelerimi
hakkı değil mi bir kulun istemesi hakikati?
saçmalıyorum Allah'ım, biliyorum affet!
artçı bir hüzün vurdu saadeti
alnımın tam ortasından
kardeşimin ölüm gününde

ve tutacağım yakasından
topraktaki bütün zerrelerin
rüyadan daha keskin bileşkesini.
bu bir uyku Tanrım, öyle değil mi?
"ve insan ölünce uyanacaktır" dedi Peygamber
kalplerimizi aç Tanrım, bu ölüler ülkesinden kurtar bizi
zira burada sıraya giremeyecek kadar-
tahammülsüz bir kalabalık dolaşmakta
ve kesmekte her sabah bileklerini muhabbetin
hatta muhtıra bile yayınladılar
kardeşimin ölüm gününde.

V

davul ve zurna değil de
böyle hiç dinlenmemiş, fizik ötesi bir musiki
çaldığı zaman Yusuf'u gören kadınlar gibi
ellerini kesmeli kulaklar
hani Rabbim çok şey değil istediğim
nasıl bilirizden sonra,
mevsimlerin şahadetinden sonra yani
hani ayaklar terkedince kabristanı
ruhu kuşatan bir musiki çalınsa diyorum
toplayarak bütün Fatiha'ları
kardeşimin düğün gününde

VI

İbrahim'in önünde tek tek toplanmıştı kuş
evet her bahar açar laleler
ve vardır gül bahçelerinde ağıt yakan bir bülbül
Rabbim ölüm kralları bile etti tuş
benim arzum sadece bir tek gül
uzatılsın diyorum nadide nedimelerinden
toprağına ekilmiş bu taze geline
hakikaten biz ölüydük be Tanrım!
bunu anlıyorum şimdi
kardeşimin doğum gününde...
m. burak sezer

6 Mayıs 2007 Pazar

şu kadarcık...

21 Nisan 2007 Cumartesi

VAZGEÇTİM SENDEN...


Vazgeçilmez sanıyordum, aşkı bir kenara fırlatıp hayata gözümü açamayacağımı sanıyordum bundan sonrası için

Alma ağzına ismimi artık neye yarar? Göz yaşı döktüğüm onca zamanı silebilir mi hafızamdan? Zihnimin artık durduğunu zannediyorum, sanmıyordum ki bundan sonra eskisi gibi gözlerimin içinin gülebileceğini Günlerim hep hayatın bana yanlışını düşünmekle geçiyordu artık, hüzünle kapatıyordum gözlerimi geceleri Elimde olmadığına inanıyordum, artık yeniden hayata güleyim, yeniden seveyim, yeniden mutlu olayım.. Hepsinin hayalerim kadar uzak olabileceğine inanmıştım Çocukluğumda kalan saflığımı, masumluğu geri istiyordum belki de hayattan Terk etmene belki de sevinmiştim aslında, ben sensiz de seninle yaşayabiliyordum çünkü; İzah etmene gerek yoktu artık bundan sonraki yaşamını Mahvettin, parçaladın umutlarımı, hayallerimi, her şeyimi Seni düşündükçe zamansız yağmurlar yağıyordu gözlerimden son dakikaya kadar En azından senin boşluğunu gözyaşlarımla dolduruyordum, senleyken de gülmüyordum ki zaten Nasıl bunca zamanımı boşa harcamışım diye dalıp gidiyordu gözlerim dolu dolu Dünde bırakmıştım artık sana olan sevgimi, bir daha geri gelmesinin mümkün olmaması içinEzilmiş, kırılmış, paramparça kalbimle de gülebiliyorum hayata, herşeye ramen nefes alabiliyorum çünkü.


Neye yarar ki artık? ben senden vazgeçtim sevgilim... hem de bir daha asla dönmeyeceğime and içerek "Sensiz ölürüm"diyordum hep. Ama ölünmüyormuş. Herşeye ramen insan kendini ayakta tutabiliyormuş sevdikleri sayesinde...
Artık kalmadı sana olan sevgimden bir parça bile...Çünkü senden vazgectim sevgilim... hemde bir daha asla dönmeyeceğime and içerek...

19 Nisan 2007 Perşembe

Gözlerin Gelir Aklıma...


Ve yine biliyorsun..

Sen son sevdiğim

Şimdi uzaklardasın

Ben çamlar arası hastane odasındanda

Ciğerimde bir ince hastalık

İçimde kapanmak bilmeyen bir yara

Ve sanki elimde inadına bir sigara

Biliyorum dönmeyeceksin

Hatta arkana bile bakmazsın

Gün gelir belki bir yuva kurarsın

Oğlun olsa benim Adımı koyar mısın

Sonunda da olsa tattım hiç olmazsa

Ben seni değil,

Bu sevdayı bir ömür bekledim

Ve ben seni hayatımın bir musalla taşına en yakın yerinde

Sevdim,gözlerin...Gittin....

Dağ gibi sevdamı devirip ardında

Gittin....Allahaısmarladık bile demedin

Sazlar çalınır çamlıca'nın bahçelerinde

O şarkıyı bir daha hiç söylemedim

Şimdi elimde bir bardak çay

Ve dudağımda buruk bir tebessüm

Kendi kendimi üzmemeye söz verdim

Ve ben seni hayatımın bir musalla taşına en yakın yerinde

SevdimIsrar etmedin kendine beni sev diye

Beyaz bulutlar gibi sırtını rüzgarlara verip gittin

Bense durdum ve bekledim

Ama üzülmedim...

Çünkü ben seni hayatımın bir musalla taşına en yakın Yerinde sevdim...

18 Nisan 2007 Çarşamba

Senden Geçtim...


Ey, kara saçlım,

hançer bakışlım

Ey çocukluk aşkım

Geçtim eski, tozlu yollardanİ

çimde hüzün,içimde hatıran

Kaybolmamış çocukluğum hâlâ

Hâlâ gönülde eski heyecan

Dün gibi aklımda,

Gözlerinde düşmüştüm ilk aşka

Ne çabuk geçiverdi yıllar

Savrulduk ordan oraya

Sen bir gurbette, ben başka

Büyüdük birbirimizden uzakta

Gittik,

kaldı geride çamurlu sokaklar

kaldı geride sıcacık insanlar,

dostluk, samimiyet,

ve son nefesiyle merhamet

Dün, resmini gördüm gastede,

Yandı içim,

yandım ha yandım

Önce bir kabus sandım,

Sonra bir çok şeyin bittiğini anladım.

İçimde bir burukluk, içimde bir hazan

İçimde hep hüzün, içimde hep hüsran

Sen, boyalı saçlarla İstanbulda

Sen, sahte gülüşlerle sahte dünyada

Ben yorgun, ben çamurlu ayakkabılarımla

Eski mahallede, eski sokağında

Bir an döndüm de çocukluğa;

Mahsun hallerini gördüm,

Masum bakışlarını gördüm

Eski evinin önünde, bahçe kapısında

Eğdim başımı önüme, yürüdüm geçtim

Geçtim bir tanem, 'ah ! ' çeke çeke

senden de geçtim.
Ahmet Ünal ÇAM

17 Nisan 2007 Salı

Murphy KANUNLARI

Murphy Kimdir?


1917 Doğumlu Edward A. Murphy Jr. Abd Hava Kuvvetlerinde 1949'da Roketler
Üzerine Deney Yapan Mühendislerden Biriydi. İnsan Üzerine İvmelenmenin
Etkilerini İnceliyordu (Usaf Proje Mx981). Deneylerden Biri Pilot Üzerinde
16 Değişik Noktaya Akselometre Takılması Gerekiyordu. Sensör Bir
Yapıştırıcı İle Ancak İki Türlü Takılabiliyordu Ve Birisi 16 Sensörün
Tamamını Da Yanlış Takmayı Becerdi. Bunun Üzerine Murphy, Daha Sonra Kanun
Olarak Nitelendirilecek İlk Söylemlerini Bir Basın Toplantısında Açıkladı.
Bir Kaç Ay İçinde "Murph'nin Kanunları" Mühendislik Sahasında Çalışanlar
Arasında Yayıldı Ve 1958'de De Nihayet Webster'in Sözlüğüne Girdi.

1. Eğer Kendinizi İyi Hissediyorsanız, Üzülmeyin Geçer.
2. Hiçbir Şey Göründüğü Kadar Kolay Değildir.
3. Herşey Düşündüğünüzden Daha Uzun Sürer.
4. Ne Zaman Birşey Yapmaya Kalkışırsanız, Mutlaka Öncelikle Yapmanız
Gereken Başka Birşey Vardır.
5. Birşeyler Ters Gideceğinden Endişe Ederseniz, Ters Gidecektir.
6. Kestirme Yol, İki Nokta Arasındaki En Uzun Mesafedir.
7. Teneffüste Zaman Derstekinden Daha Hızlı Akar.
8. Hata Yapma Olasılığınız Herzaman Aynıdır.
9. Aradığınız Bir Şeyi Son Baktığınız Yerde Bulursunuz.
10. Bir Şeyi En Uygun Fiyata Satın Alırken, Ne Kadar Çok Uzun
Araştırırsanız Araştırın, Satın Aldıktan Sonra Bir Başka Yerde Daha Ucuza
Satıldığını Keşfedersiniz.
11. Parlemento Faaliyette İken Hiç Kimsenin Yaşamı, Özgürlüğü Ve Mal
Varlığı Güvende Değildir.
12. Bir Cihazı Monte Ettikten Sonra, Mutlaka Birkaç Civata Artar.
13. Demiryollarına Bakarak Trenin Nereye Gittiğini Asla
Bilemessiniz.
14. Bankadan Kredi Alırken, Önce İhtiyacınız Olmadığını İspatlamanız
Gerekir.
15. Bir Şeyi Tamir Ederken, Düşündüğünüzden Daha Uzun Sürer Ve Daha
Pahallıya Mal Olur.
16. Bekar Birinin (Kız/Erkek) Arkadaşı Yoksa Bir Nedeni Vardır.
17. Size Uygun Birini Bulduğunuzda, Ya Evlidir Ya Kız (Erkek)
Arkadaşı Vardır Ya Da Gay'dir.
18. Bir Şeyle Fazla Oynarsanız, Onu Bozarsınız.
19. Bir Şeyi Yerleştirken Sıkışırsa Zorlayınız; Kırılırsa Zaten
Değiştirmeniz Gerekiyordu.
20. Bozulan Bir Ev Aletini Tamirciye Nesinin Bozuk Olduğunu
Gösterirken, Mükemmel Bir Şekilde Çalışır.
21. Pipo, Akıllı Bir Adama Düşünmek İçin Süre Tanır Fakat Akılsız
İçin Ağzına Sokuşturacağı Bir Şeyden İbarettir.
22. Herkesin, Fazla Bir İşe Yaramayan, "Nasıl Zengin Olunur?"
Formülleri Vardır.
23. Çöpü Dışarıya Almanız Gerektiğini, Kapıcı Çöpü Aldıktan Sonra
Hatırlarsınız.
24. Bir Tartışmada Şüpheye Düşerseniz Mırıldanın, Başınız Derde
Girese Tartışmaya Başkanlık Edin.
25. Beyin X Güzellik X Medeni Hali = Sabit'tir. Bu Sabit İse
Sıfır'dır.
26. Hayata Güzel Olan Herşey Ya Yasal Değildir Ya Ahlaki Değildir Ya
Da Kilo Aldırıcıdır.
27. Kolay Kandırılanların Paralarının Kendilerinde Kalmasını
Sağlamak Ahlaken Yanlıştır.
28. Bir Kişinin Size Karşı Beslediği Sevgi Duygusu, Sizin Onu Ne
Kadar Sevdiğinizle Ters Orantılıdır.
29. Eldeki Bir Kuş, Tepenizdeki Bir Kuştan Daha Güvenlidir.
30. Aşk, Kalpte Açılan Bir Deliktir.
31. İyi Kızlar (Erkekler) İpi Sonuncu Olarak Göğüslerler.
32. Para, Aşkı Satın Alamaz Fakat Sizi Kesinlikle İyi Bir Pazarlık
Yapabilecek Konuma Getirir.
33. Murphy'nin Altın Kuralı: Her Kimin Altını Varsa Kuralları O
Yapar.
34. Tünelin Ucundaki Işık, Size Doğru Gelen Bir Trenin Far'ıdır.
35. Bekarlık Irsi Değildir.
36. Sizden Daha Çılgın Biriyle Arkadaş Olmayınız.
37. Güzellik Yüzeyseldir Ancak Çirkinlik Kemiğe Kadar İşler.
38. Herkesi Memnun Etmeye Çalışırsanız, Kimse Bundan Hoşlanmaz.
39. Yapılan Hatalı Bir Hesaptan Birden Fazla Kişi Sorumlu İse,
Hiçbiri Hata Yapmamıştır.
40. Şüpheye Düştüğünüzde, İkna Edici Olmaya Çalışın.
41. Mantık, Güven İçinde Yanlış Sonuçlara Sistematik Olarak
Ulaşmanızı Sağlayan Bir Metodtur.
42. Bir Uzman, Daha Az Bilinen Şeyleri Daha Çok Bilen Ve Hiçbirşey
Hakkında Tamamiyle Herşeyi Bilen Kişidir.
43. Bir "Kişiye Masa Boyalı, Sakın Deyme!" Derseniz, Size İnanmadan
Önce Mutlaka Masaya Dokunacaktır.
44. Aşık Olduklarında, Akıllı Bir Adamla Budala Bir Adam Arasında
Hiç Fark Yoktur.
45. Bütün Bir Dönem Kusursuz Çalışan Hesap Makinasının, Matematik
Sınavında Pili Biter. (Açıklama: Her İhtimale Karşın, Beraberinizde Pil
Taşırsanız, O Da Bayat Çıkar)
46. Bekarlık Zamanın Fonksiyonudur, Ne Zaman Birini Bulursanız,
Hemen Bir Başkası Dikkatinizi Çeker.
47. Büyük Keşiflerin Tümü Hatalar Sonucunda Olmuştur.
48. Toplantı, Gündemin Tartışıldığı Ve Saatlerin Boşa Harcandığı Bir
Faaliyettir.
49. Yeni Sistemler Yeni Problemleri Beraberinde Getirir.
50. Biz Herhangi Bir Konunun Yüzde Birinin Milyonda Birini Bile
Bilmiyoruz.
51. Bir Tasarım Mühendisinin Temel Fonksiyonu Üretici İçin Onu İmal
Etmeyi Ve Tamirci İçin Tamirini Yapmayı Zorlaştırmaktır.
52. Okulun En Zor Dersinin Sınavında, Sınıfın En Çekici
(Kızı/Erkeği) Yanınızda Oturmakla Dikkatinizi Dağıtır.
53. Bir Şeyi Anlayamıyorsanız, İçgüdüsel Olarak Doğrudur.
54. Bir Deney Doğru Sonuç Veriyorsa, Bir Şeyler Ters Gitmiştir.
55. Bir Erkeği Elde Tutmanın Yolu, Onu Bırakmamacasına Sıkıca
Sarmalamaktır.
56. Denediğiniz Herşey Başarısızlıkla Sonuçlanıyorsa, Kullanma
Kılavuzuna Müracaat Ediniz.
57. Ters Gitmesi Muhtemel Bir Kaç Olasılık İçinde En Fazla Hasar
Verebilecek Olasılık Gerçekleşir.
58. Piyangoda Para Kazandığınız Gün, Ölümünüze Fazla Kalmamıştır.

14 Nisan 2007 Cumartesi

no me quetta pas...


terketme beni nolur
unutmalıyız
her şey unutulabilir hem
çoktan kaçıp gitmiş olanlar bile.

unutmak yanlış anlaşılmışı
ve kaybedilen anları
bilmek nasılını
kimi zaman niçinlerin sızısını öldüren
bu saatleri unutmanın.
mutluluğumun kalbi,
terketme beni nolur
terketme beniterketme beni..

sana hiç yağmur düşmeyen uzak diyarlardan
yağmur incileri getireceğim.
oyacağım toprağın altını
ölümümden hemen sonra
altınla, ışıkla sarmak için bedenini.
bir ülke yaratacağım
aşkın kral olduğu
aşkın kural olduğu
ve senin de kraliçe...
terketme beni nolur
terketme beniterketme beni..

terketme beni
sana duyunca anlamlandıracağın
kaçık cümleler bulacağım
ve o aşıklardan bahsedeceğim sana,
kalplerinin kucaklaştığını
iki kez birden gören.
ve anlatacağım
seni taniyamadan ölen o kralın hikayesini.
terketme beni nolur

ne kadar sık gördük
çok eski olduguna inanılan
yaşlı volkanın ateş püskürdüğünü.
ve öyle görünüyor ki
yanık toprakken verimli nisan'dan bile
daha çok buğday veriyor.
hem gece geldiğinde
daha çok ışıklanması için gecenin
elele vermez mi
siyah ve kırmızı?
terketme beni nolur
terketme beni

ağlamayacağım artık
konuşmayacağım da
şuracıkta saklanacağım
seni izleyebilmek için
dansettiğini ve gülümsediğini,
ve dinlemek için şarkılarını, kahkahanı.
izin ver
gölgenin gölgesi
elinin gölgesi
köpeğinin gölgesi olayım
ama terketme beni
terketme beni nolur
terketme beni....

10 Nisan 2007 Salı


Artık gitme demeyeceğim, zaten iyice hazırsın bu sefer.
Herşeyi yanında götür; anılarımızı, umutlarımızı, sevgimi de al belki lâzım olur.
Tek kelime etmesem diyorum, ama etmeliyim, sana bilmediğin bir şeyden
bahsetmeliyim; kendimden. Evet, onca zaman tanıdığını sandığın benden.
Hırçın yanımı gördün daha çok, oysa öyle uysal bir çocukmuşum ki.
Neydi beni zaman zaman hoyrat yapan?
Sanırım, düşünmedin.
Birini ayrı tutsam da renklerin hepsini sevdim, mevsimleri de.
Aslında çok şey var sevdiğim,
kavgalar ve savaşlar dışında bir de niye olursa olsun vedalaşma anları,
İsterdim ki uyumlu halimi yaşasaydın daima ama bana hep vurgun
saatlerinde geldin, ya da sen vurdun.
Uzaklara bakardım uysal çocukluğumda içimde dolmayan derin boşluğumla,
denizden gelecek bir gemi bekledim durdum,
sonra yıldızlara baktım yıllarca ve sen sandığım bir yıldıza.
Kadınlar, erkekler, çocuklar ve şehirler tanıdım,
çoğunu da sevdim.
Aşklarım da oldu, hem de uğruna ölebileceğim aşklar,
Ama en çok seni sevdim.
Ve şimdi gidiyorsun, evet git içimdeki melek sana dua edecek.
Sanırım kahrolmayacağım bu veda sahnesine
- senin baban öldü mü?
Bu gidiş ölümden beter olamaz.
Hangisi doğru bilmiyorum,
Seni uğurlayıp öylece kalmak mı?
Yoksa, benim uyumamı bekleyip gitmen,
benim de sensiz sabaha uyanmam mı?
Bence şimdi git, hayır gitme!
Yani git de önce üstümü ört,
ben uzanayım şöyle, ışığı kapat ve git.
Hayır hayır gitme!
Yani git de ışığı yak git, ben karanlıktan korkuyorum da!
Hem sensizlik hem karanlık bu kadarı fazla.
Üstümü de örtme bu şevkat de fazla, ışıkların hepsi açık olsun.
İçim burkuluyor sen nasıl gidersen git.
Dur, burayı iyi dinle; birkez daha söylüyorum ve son kez.
Seni seviyorum.
Sen giderken ben içimden haykıracağım 'kusursuz bir aşktı bu' diye.
Kusursuz bir aşktı benim sana büyüttüğüm sen ne yaşadın bilmiyorum...

Yine de tanıdı gönlüm yaşadı
Bir kusursuz aşk büyüttüm sana pişman değilim

Her akşam vaktinde bu gönül üzülür
Hüzünle dolar seni düşünür
Şimdi çok uzakta kimbilir neredesin
Geri dön ya da dönme ben sendeyim

Bir Ateşe Attın Beni


Diyorlarki Sen Delisin

Hiç Bu Kadar Sevilirmi

Değmeyecek Biri İçin

Gurur Yere Serilirmi


Bir Ateşe Attın Beni

Alev Alev Yaktın Beni

Değersizmi Benim Aşkım

Yalanlara Kattın Beni


Dost Üzülür Düşman Güler

Böyle Derde Gülünürmü

Bilseydim Hiç Severmiydim

Aşkın Sonu Bilinirmi


Umudumdun Dileğimdin

Sen Benim Göz Bebeğimdin

Seni Kimler Değiştirdi

Yüreğinden Attın Beni




Bilseydim Hiç Severmiydim Aşkın Sonu Bilinirmi....

7 Nisan 2007 Cumartesi

Bugun o kadar ihtiyacim var ki sana...


Bugun o kadar ihtiyacim var ki sana;

Gunesin yalnizligi isitmadigini anladim.

Artik biliyorum

alnimi open gecenin korkularimi sarmadigini.

Sarkilarin “aglamak istedigim anlar”in disinda,

anlami olmadigini ogrendim.

Ve kime derdimi anlatsam;

-aman takma, gecer demesinden yoruldum

Gun uykusunda laleler gibi dingin

Kollarinin altinda kalmaliyim simdi

Buzul kelepce bileklerimde

Aklimda kemirgen su anilar

Gunahlardan bir leke daha tenimde

Gozlerimden koyu yarinlar Er kisi niyetineymis de ask

Her kisiyeymis mavi boncuklar

Bugun o kadar ihtiyacim var ki sana;

Kimsenin sen gibi bakmadigini anladim

Artik biliyorum adimi soyleyenlerin

Sevdali cagirmadigini.

Siirlerin “can yanmalarim” disinda

Yazilmadigini ogrendim.

Ve kime aski sorsam

Bulmadigi bir seyi tarifinden yoruldum.

Gun kuytusunda ruzgar gibi dingin

Ellerin saclarimda olmali simdi

Cozul diyor icimdeki yabanci

Aklimda tutsak sevisler

Sevaplardan iz yok tenimde

Gozlerinden uzak yarinlar

Er kisi niyetineymis de gun

Her kisiyeymis yildizlar

Bugun o kadar ihtiyacim var ki sana;

Korkulari kovalayan sesini ozledim

Kabuslari dagitan gulusunu

Dizlerine basimi koydugum anlar gibi

Mendilimde kelimeler var

Cocukluguma dair

Hic biri sen gibi guzel degil

Hic biri sen gibi kalmamis baba

Bugun o kadar ihtiyacim var ki sana.


Arzu Altincicek

6 Nisan 2007 Cuma

kayboluş...





kayboluş...
ayların akşamdan kalmalığı vardı üzerimde


gölgeler daha bi koyu


rüzgarlar daha bi sert sanki


uyandım mı daldığım uykulardanyoksa rüyam mı bitti


bilmiorum...


üstümü örten hüznüm yok


yanlız çıktığım uykulardan kendimle dönemem sanardım


sen gibiydim


çünkü o zaman sen değil...

3 Nisan 2007 Salı

affet beni rabbim...



Affet Beni Rabbim

Mevlâ’m Verdiğin her güne

Yaşattığın her saate saniyeye

Verdiğin mutluluğa acıya

Aldığın tüm sevenlerime

Ve sevemediklerime

Bundan sonra vereceğin her derde zulme

Tattıracağın acıya

Yaşatacağın nice mutlu günlere

Şimdiden şükürler olsun

Ve Şimdi isyanım sana değil inan

İsyanım yaratığın o zalim kullarına

Seveni ayırana

Garibe kıyana

Zulmü vazife sayana

Devletine ihanet edipte soyana

Namusumuza namussuzca bakana

Sana eş koşana

Kurda kuşa tapana isyanım

Affet beni

Ey Allah’ım Beni affet

Süleyman Yavuz

31 Mart 2007 Cumartesi

beklemek....


Hep elelesiniz dedi içi acıyarak. Onların sevgi dolu bakışlarında boğuldu sanki. Sevdiğinin yanında olamayışına isyan ediyordu o an. Napalım dedi ben de bir elimin parmak sayısı kadar daha beklicem gelicek…. ben de tutucam elinden sımsıkı ; hiç bırakmamacasına bırakma asla dercesine.. dedi ama bunu duyan sadece yalnızlığı idi. Diyemedi yüzüne karşı hüzünlü bakışlarının sebebini. O hep beklemeye özlem çekmeye mahkumdu sanki.
Ve gün geldi o da yolcu etti sevdiğini. Ne zaman saatlerce görüşeceklerini bilmeyerek umutsuzca. O da bekleyecekti gelişini otogarda ve her seferinde yüreği sığmayacaktı içine taşacaktı heyecandan. Zaman akmıcaktı onu beklerken;
zaman su gibi akıcaktı onunlayken.Sen alışkınsın dedi özlem duymaya, beklemeye..
Hıh gel de bunu ona sor. sen hiç yolcu etmedinki.
Sen gözlerine bakardın bişey anlatırken bense sesiyle avunurdum.
O seni iş çıkışında almaya gelirdi bana ise yazın güneş kışın rüzgar eşlik ederdi.
O gün gülmüştün içinin yanacağını hiç düşünmeden.
Bilmiyordunki yokluğunun ne demek olduğunu. Sen hiç geceleri uykundan uyanıp adını sayıklamadın ki . Senin göz yaşların yastığına akmadı ki hiç.
Şimdi ise bana enkazdan ne kadar az hasar alırsam diye bakıyorsun..
Ben ise hergün enkazım benim aldığım hasar ölçülmez ki şiddeti çok büyük özlemimi....

30 Mart 2007 Cuma

İntihar Mektubu;


Hiç tak ettiği oldu mu canınıza birşeylerin?
Kendinizi şu şehirden ya da dünyadan hatta evrenden dışarı atmak istediğiniz,yapayalnız hissettiğiniz benliğinizi kimsesiz bir sokak kedisi gibi?
Ya da izbe bir parkın bankında çiseleyen bir yağmurun altında geceyi geçirmek istediniz mi?Hayatı hergün değişen ve karmaşıklaşan dertler yumağı olarak gördüğünüz,sabahlara kadar gözünüzü hiç kırpmadan efkarlı ve çaresiz bir vefasızı düşündüğünüz?
Ahh keşke diye umutsuzca iç çektiğiniz?
Sonra ağladığınız,yorulana kadar bitiverir diye...
Kahrolası aşk masalını bir kalemde silmek istediğiniz oldu mu? Her geçen gün biraz daha umudunuz kırıldı mı yarınları düşünürken bir başınıza?
Sonra bir dost aradınız mı hep sadık,güvenilir ve samimi...
Uzaklara bakıp derin derin daldınız mı mutsuz ve umutsuzca?
Uçan kuşlara imrendiniz mi ne kadar özgür,temiz ve saflar diye...
Geçmiş günler canlandığında gözünüzde,neden diye sordunuz mu hiç kendinize?
Şimdi için kaygılandınız mı? Ve gelecek içinse, satmışım anasını diyip boşverdiniz mi herşeye?
Sizi bilmem ama ben bunların hepsini yaptım,Anlayacağınız HAYATI DENEDİM..
Ama olmadı,olamadı...Gönlümdeki öksüz çiçeği büyütemedim,soldu gitti,ruhumdaki mistik melodi sustu gitti.. Açıkçası ben beceremedim galiba umarsızca yaşamayı...
Mutluluğu bir çocuğun gözlerinde aramayı bilemedim, kuşların cıvıltısındaki o dinmez coşkuyu duyamadım..
Korkarım ben hiç kimseyi ölümüne sevmedim,sevemedim.
O yüreği görmedim kendimde,kahretsin göremedim...
Önemli değil nasılsa artık bunların hiçbiri...
Biraz sonra dinecek bu feryatların hepsi,hayatını bitirecek bu şanssız,bahtsız kişi..
Yalan dünya;

SONSUZA DEK ELVEDA...

SABAHAT HASTAOĞLU




29 Mart 2007 Perşembe

PAMELA SPANCE-VEDA BUSESİ



MUHTEŞEM YORUMUYLA PAMELADAN VEDA BUSESİ Nİ DİNLEMEK İÇİN:

PAMELA SPANCE-VEDA BUSESİ

28 Mart 2007 Çarşamba

siz olmadan eksik herşey...ग्ेनिम्





27 Mart 2007 Salı

onun hikayesi...



Belki hiç yazmamam gereken şeyler bunlar
Benim ve içime oturmuş zehirimin öyküsü.
Bana, daha da kötüsü başkalarının içine akan, aktıkça kendine benzeten zehrimin...
Düşün bile naz yaptığı, geceleri hırsız perilerin şarkılarına tutunan,
kaosun tam ortasında bir yerde kimliksiz, siyah Magdalena ve çarmıhlarını sırtlarında taşıyan 21.yüzyıl İsa'larının hikayesi bu.
Benim hikayem...
Nasıl mu oldu? Sadece oldu. Doğum gibi, ölüm gibi aniden, önelenemez bir şekilde. Söylenmemesi gerekenleri söyleyene;
unutabilme, unutup hiç olmamaış gibi devam edebilme sınıfında sürekli kalanlara,
görmeyi yüreğinin işi sayanlara ne oluyorsa, nasıl oluyorsa öyle oldu,
Acı'nın matem gözlü gelinine.
Ve Acı, Tanrıça'sının sebepsiz sızısıyla beslendi, gözyaşlarıyla.
Oysa O Dulciena'sının ardından gitmiş,
acı ile, düş ile, kendisiyle bile savaşmıştı.
En sonunda kendi gerçekliklerini anlayanların yabancı doğup yabancı öleceklerin hikayesi...

25 Mart 2007 Pazar

gözlerin...


Gözlerin, yağmur gözlerin... Katil, dikenli tel, karabasan gözlerin... Ürkek, ağlamaklı ve kaçak gözlerin... Bana yasak gözlerin... Büyülü, korkunç giz dolu gözlerin... Buğulu gözlerin; düşgücüm, özgürlüğüm... Gözlerin ölümüm ve gözlerin için adam öldürürüm!!! Gözlerin olmasa her gece üşürüm... Toprak mı renk verdi gözlerine yoksa yosun mu diye sormak çok anlamsız. Çünkü toprak da yosun da hırsız...


Ben yine gözlerin diye başlayacağım... Zaten yaşamıma gözlerin diyerek başladım!!! Sevincim, üzüntüm, korkum, karabasanım, kolum, bacağım sakat; gözlerini düşlemezsem... Düşlerim için kızma bana! Çaresizim... Gözlerin ezberimde... Yıllardır varlığını bilmeden bakışını ve teninin kokusunu hissettim ve itiraf ediyorum sen bilmeden seninle seviştim... Seninle seviştim diyorum... Haklısın okuma bunları... Kaldır at, tükür üzerine, beni lanetle; ama yüreğimi ne yapacaksın? Sende o gözler durdukça; çaresiz benim olacaksın! İstemiyorsan kendi gözlerini oyacaksın! Ama... Yapma... Gözlerin; düşlerimle kardeş, düşlerim sadık, ama gözlerin; kalleş gözlerin, şiirlere yeterli gözlerin, binlerce sayfa dolusu şiir etmeli...


Umursama beni ve söylediklerimi! Ben böyleyim... Olur olmadık şeyleri düşler, olur olmadık düşlerimi işlerim kağıtlara... Ama en olmadık düşler birgün gerçek olur. Zaten düşler de gerçekleşmeleri için kurulur. Bu yüzden çok düşleyenlerden korkulur... Benden hep korkarlar... Benden değil düşlerimden... Aslında sen de kork! Hayır, korkma! Korkmamalısın... Çünkü sen benim en narin, en kırılgan, en özendiğim tarafımsın... Sen benim yaratıcılığım, can damarımsın. Nasıl keserim can damarımı? Zaten sen benim acılardan çalabildiğim tek mutluluğumsun!!! Evet, öylesin... Ama benim olmalısın... Benim ol! Yoksa kaçacağım bu kentten, kurtulacağım bu insanlardan... Sana yalvarıyorum!.. Yalvarmıyorum!.. Sen bilmezsin eksikliği, yarımlığı, karanlıkta kalmayı...


Sen bilir misin başka tenlerde tek bir teni aramayı? Sen bilir misin? Bilmezsin; boğazında değil, yüreğinde koca bir düğümle ağlamayı... Sustum... Konuşmuyorum... Sessizlik güzel, sessizlik acı dolu... Sensizliği sessizliğe fısıldasam olur mu? Kimseye duyurmadan anlatsam, benden başkası bilmese sana hissettiklerimi... Beni değil, gölgemi değil, düşlerimi sev bari... Tamam özleme beni, isteme, hissetme... Korkma ben hep yanındayım, ama ben senin değilim... Olamam zaten... Hak etmiyorum... Senin için ne yaptım ki, hayalini kurmaktan başka? Unutma ki en zorudur hayal kurmak... İnan en zorudur yokluğunda seni yaratmak, seninle olmak, dokunmak, teninin kokusunu duymak, sevişmek... Tamam... Sustum... Bak yine hayalini kurdum...


“Seni istemiyorum” dedin; sustum... “üzgünüm” dedin, sustum... “Konuşsana” dedin, sustum... Sustun... Sustum, bak yine gözlerini okudum... Sus derken beni istiyorlar, konuşma derken sensiz olamam diyorlar...


Ben senin özgürlüğünüm... Ben senin küskünlüğünüm... Yapamadıklarınım... Korkma!!! Haykır, ağla!!! Yok, ama ağlama! Senin ağlamana dayanamam ve beni sevmemeni anlayamam... Koca bir yaşamı sana adayamam... Adarım... Evet, işte sana emanet uyduruk yaşamım... İstemez misin? İstemek zorundasın ve sen beni anlamalısın, anlamak zorundasın! Bunun için varsın... Gözlerin bana bakmak için var... Affet beni hayallerim...


Sabaha kadar uzar gözlerin diye... Bitireceğim yine ve ak kanatlı bir kuşun kanat çırpışı gibi ahenkli ve gündoğumu kadar ıssız ve bir papatyadan kırılgan ve yoğun bulutlar kadar ağlamaklı ve tanrı kadar tapılası ve damardaki kandan sıcak ve bir yaz esintisi kadar huzur verici ve en sevilen anılara eşdeğer ve yıllarca mahzende bekletilmiş şarap gibi özel ve en derinlerde bulunmayı bekleyen deniz kabuklarından değerli ve bir ölü kadar sessiz ve deniz kokusu kadar eşsiz ve bir o kadar da bensiz gözlerini hayalleyeceğim ben... Senin gözlerini hayal ederken kendimi öldüreceğim...

şimdi uzaklardasın....


Düşlerim bitmek bilmiyor
Gözlerim gülmek bilmiyor
Gönlümde sonsuz arayış

S evmek istiyor sevmek istiyor
Kalbim acılar dolu
Kaçmak istercesine
Gönlüm kanatlanıyor
Uçmak istercesine
Aaah şimdi uzaklardasın
Hayallerdesin rüyalardasın
Yalnız kendi derdinle
Kendi halinle derinlerdesin
Şimdi uzaklardasın

hayallerdesin rüyalardasın
Ağlıyor sessiz sözlerin
Tanıyor bitkin gözlerin
Sönmeyen ateşler gibi
Yanar yüreğim, yanar yüreğim

24 Mart 2007 Cumartesi

Yeni Kerem

Gerçek mi, yalan mı duyduğum haber
Baharla dediler, köye dönmüşün,
Kucakta çıkmıştın yola bir seher,
Sılaya bir akşam yaya dönmüşün.

Bembeyaz teninde tüterdi yer yer,
Daha dün anandan emdiğin sütler,
Gelişmiş görünce seni bu sefer
Dedim ki: Bir içim suya dönmüşün.

Zambağın özüyle çizilmiş kaşın,
Dersini ceylandan almış bakışın,
Sevinci şakıyor sende her kuşun,
Kısrakla boy ölçen taya dönmüşün.

Açılsan hasretin denizlerine,
Varamaz sevdiğim su dizlerine,
Dökülmüş saçların omuzlarına,
Bulutla örtülen aya dönmüşün.

Kırılıp dökülen çağdasın nazdan,
Aşkı öğrenmene yıl var en azdan,
Bana varmak için verdiğin sözden,
Ben de anlamadım neye dönmüşün?

Faruk Nafiz Çamlıbe

hello


I've been alone with you
Inside my mind And in my dreams
I've kissed your lips A thousand times
I sometimes see you Passing outside my door
Hello! Is it me you're looking for?
I can see it in your eyes I can see it in your smile
You're all I've ever wanted And my arms are open wide Because you know just what to say
And you know just what to do
And I want to tell you so much
I love you I long to see the sunlight in your hair
And tell you time and time again How mcuh I care Sometimes I feel my heart will overflow
Hello! I've just got to let you know
Because I wonder where you are
And I wonder what you do
Are you somewhere feeling lonely?
Or is someone loving you?
Tell me how to win your heart
For I haven't got a clue
But let start by saying I love you
Hello! Is it me you're looking for?
Becuase I wonder where you are
And I wonder what you do
Are you somewhere feeling lonely?
Or is someone loving you?
Tell me how to win your heart
For I haven't got a clue
But let start by saying
I love you

KUL AHMET


Tanrı bütün kullara rızkını dağıtırken
Kimi sırtüstü yatar kimi boşta gezerken
Kul Ahmet erken kalkar haydi ya nasip derdi
Kimseler anlamazdı ya nasip ne demekti


O mahallede herkes gömlek giyerdi
Bizim kul Ahmet bir gün bir ceket diktirdi diktirir ya
Mahalleye dert oldu kul Ahmet'in ceketi


Kul Ahmet erken kalkar haydi ya nasip derdi
Kimseler anlamazdı ya nasip ne demekti
Herkes gömlek giyerken Ahmet ceket giyerdi
Konu komşuya dert oldu kul Ahmet'in ceketi


Mahalleli kahvede muhabbet peşindeyken
Leylekler lak lak edip peynir gemisi yüklerken
Kul Ahmet erken yatar sabaha ya kısmet derdi
Kimseler anlamazdı ya kısmet ne demekti


Herkes gömlek giye dursun
Bizim kul Ahmet ceketine bir de astarla kaplatıverdi
kaplatır ya
Konu komşuya dert oldu kul Ahmet'in ceketi


Bir gün bir yoksul öldü üzüldü mahalleli
Ama bir kefen parası bulamadı mahalleli
Kul Ahmet dedi yalan dünya çıkardı ceketini
Örttü garibin üstüne kaldırdı cenazeyi
Sonunda herkes anladı ya nasip ya kısmeti


Bizim kul Ahmet birdenbire oluverdi Ahmet bey
Ceket ise Ahmet beyin ceketi
İbreti alem oldu Ahmet beyin ceketi


Sonunda herkes anladı ya nasip ya kısmeti
İbreti alem oldu Ahmet beyin ceketi
Meğerse tüm keramet ceketteymiş be Ahmet
Barış a sorar isen sen bu yolda devam et

cocuk masumiyeti...






















23 Mart 2007 Cuma

Bu sabah, ben de güllerimi budadım...




Yaşlı bir bahçıvan tanımıştım. Bana dostundan sözederdi. Yaşam kendilerini ayırmadan önce, uzun zaman kardeşçe yaşamışlardı, akşam çayını birlikte içmişler, aynı bayramları kutlamışlar, bir akıl sormak için, içlerini dökmek için hep birbirlerini aramışlardı. Birbirlerine söyleyecek fazla bir şeyleri yoktu elbette, işlerini bitirdikten sonra, tek sözcük konuşmadan, çiçeklere, bahçelere, gökyüzüne ve ağaçlara bakarak dolaştıkları görülürdü daha çok. Ama biri parmağıyla bir bitkiyi yoklayıp da başını salladı mı öteki de eğilir, o da tırtılların izini tanıyarak başını sallardı. Ve güzel açılmış çiçekler her ikisine de aynı hazzı verirdi.
Günün birinde bir bezirgan içlerinden birini yanına aldı, birkaç haftalığına kervanına kattı onu. Ama kervan soyguncuları, sonra yaşamın raslantıları, imparatorluklar arasındaki savaşlar, fırtınalar, deniz kazaları, yıkımlar, yaslar, yaşamak için bir iş bulma zorunluluğu, yıllar boyunca denizde bir fıçı gibi sürükledi adamı, dünyanın ta öbür ucuna dek bahçeden bahçeye atıp durdu.
Derken bahçıvanım sessizlik içinde geçen bir yaşlılıktan sonra, dostundan bir mektup aldı.




Mektup kaç yıl süresince deniz yolculuğu yapmıştı, Tanrı bilir! Hangi posta arabaları, hangi atlılar, hangi gemiler, hangi kervanlar birbiri ardından, sayısız deniz dalgalarının inadıyla, onun bahçesine doğru yol almışlardı, Tanrı bilir! O sabah, mutlulukla ışıldadığı, mutluluğunu benimle de paylaşmak istediği için, bir şiir okumamı rica edercesine, mektubu okumamı rica etti benden. Ve yüzümde okumamın coşkunluğunu arıyordu. Ve mektupta topu topu birkaç sözcük vardı, çünkü iki bahçıvan toprak bellemede gösterdikleri ustalığı yazıda pek gösteremiyorlardı. Ve şunu okudum yalnız: “Bu sabah, güllerimi budadım”. Sonra, sözcüklere dökülmesi bana olanaksız gibi gelen öz üzerinde düşünürken, onların yapacakları gibi, başımı salladım.
İşte rahat nedir, bilmez oldu benim bahçıvan. Coğrafya konusunda, deniz seferleri, postalar, kervanlar, imparatorluklar arasındaki savaşlar konusunda sorular yağdırıyordu durmadan. Üç yıl sonra, dünyanın öbür ucuna bir elçi yollayacağım mutlu gün geldi. Bahçıvanımı çağırdım: “Dostuna mektup yazabilirsin” dedim. Ağaçlarım da, bostandaki sebzeler de biraz acısını çektiler bu işin, tırtıllar bayram ettiler, çünkü günlerini evinde yazıp çizmekle, aynı şeye durmamacasına yeniden başlamakla geçiriyor, ödevini hazırlayan bir çocuk gibi dilini çıkararak çalışıyordu, öyle ya, içinde söylenmesi zorunlu bir şey bulunduğunu biliyor, bunu gerçekliği içinde, bütünüyle ulaştırmak istiyordu dostuna. Uçurum üzerinde kendi köprüsünü kurması, uzam ve zaman içinden öbür yarısına erişmesi gerekiyordu. Aşkını söylemesi gerekiyordu. En sonunda, kıpkırmızı bir yüzle geldi, yüzümde bu kez de alıcıyı aydınlatacak sevinç yansımasını görmek, böylece söylediklerinin gücünü üzerimde denemek üzere, hazırladığı yanıtı sundu bana. Ve (onun için tanrılarını çiçeklendirmek ereğiyle, iğne işlerinde gözlerini yıpratan yaşlı kadınlar gibi, her şeyden önce kendisinde değişildiği şey önem taşıdığına göre, bildireceği daha önemli bir şey yoktu) acemi ve özenli yazısıyla, dostuna söylediğini okudum, basit sözcüklerden oluşmuş, ama inanç dolu bir dua gibiydi: “Bu sabah, ben de güllerimi budadım…” Okuduktan sonra sustum, öz üzerinde düşündüm, şimdi bu öz daha açık görünüyordu bana, farkında değillerdi ama güller üzerinden gelip sende birleşiyorlar, seni kutluyorlardı Tanrım..